FİNAL (Bölüm 50)

145 18 9
                                    

Kalabalık halinde geldikleri ülkü ocaklarının önünde ülkü ocaklarında pek bir hareketlilik yoktu. Ocağın camında sigara içen bir adam aşağıdan bir grubun geldiğini gördü fakat fazla önemsemedi. Kısa süre sonra aşağı gruptan birinin elindeki bıçağı camdakine sallaması ve patlayan silah sesleri olayın ciddiyetini gösteriyordu.

Suphi elindeki silahı çekmiş sağa sola ateş ediyordu. Yazıhaneden çıkan hilal bıyıklı bir genç yanındaki sandalyeyi Suphiye doğru fırlatarak dikkatini dağıtmaya çalıştıysa da Suphi onu da vurarak bilardo salonunda ilerlemeye başladı. Salonun kapısına bıraktığı yoldaşları, üst kattan inen ülkücülere direnmeye başlamıştı. Suphi en sonunda alt kata inerek alt kattan merdivenlere doğru ateş eden Üzeyir'in kurşunun bitmesini bekledi ve kısa süre sonra onu omuzundan vurdu. Omuzundan vurulan Üzeyir yere düştü.

Onun yanına inen Suphi hiç bir kelam etmeden onu, silahına yeni doldurduğu kurşunlarla öldürdü. Daha sonra Suphi yukarıda yaşanan arbedenin üzerine alt katın kapısını sıkı sıkı kapattı ve uzaktan gelen polis sirenlerini bekleyerek bir köşeye oturdu. Şimdi tüm yaşanmışlıkları Üzer'in kanıyla birlikte yavaş yavaş dağılıyordu kafasında.

Aşağı inen polislerin kapıyı zorlamasına izin vermeden kapıyı açtı ve silahını yere atarak onlara teslim oldu. Koluna şiddetle giren polislere aldırış etmeden yerde yatan Üzeyir'e keder ve birazda asabiyetle baktı. Üst kattan polislerle beraber dışarıya çıkarken ise her iki taraftan da bir hayli zaiyatın olduğunu gördü. Ülkücüler öyle hiddetliydiler ki polisler askeriyeden yardım istemişler ve onların korumasında Suphiyi araca bindirmişlerdi.

***

Hapishanede yatılan 1 senenin ardından sene 12 Eylül 1980'i gösteriyordu. Türk Silahlı kuvvetleri, Orgeneral Kenan Evren komutasında yönetime el koymuş, memleketin idaresini ele almıştı. Yapılan bu ihtilâl elbette ki sıkı yönetim ilan edilmesine ve günden güne anarşizmin kucağına düşmüş olan çoğunluğu asmaya başlamıştı. Hapishanelerde muhtelif işkenceler yapılıyor, akla hayale gelmeyecek ölümler meydana geliyordu.

Suphi, sıkıyönetim yıllarında Kayseri Ceza evinde yatıyordu. Her sabah erkenden uyandırılıyorlar, karlı havada hapishanenin avlusunda iç çamaşırlarıyla koşturuluyorlar bu da yetmezmiş gibi itfaiye hortumlarıyla yıkanıyorlardı. Zatürre gibi çeşitli hastalıklara yakalananlar günden güne ölüyor ve cesetleri ailelerine teslim ediliyordu. Ayrıca sık sık sayım yapılıyor ve mâhkumlar en ufak bir şeyde dâhil gardiyanlar tarafından falakaya yatırılıyorlardı. Koğuşlardan tedavi adı altında toplanan veremli mâhkumların balgamları, yemeklere karıştırılıyor, bu olay diğer mâhkumlarında bu hastalığa yakalanmasına neden oluyordu. Çoğu mâhkum her gün mahkemelere çıkartılıyor ve yine bir çoğu idama mâhkum ediliyordu.

***

Suphi'nin de o gün mahkemesi vardı ve hâkim; ' Karıştığı olaylar ve memleketin idaresini bozmak, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, aynı zamanda memlekette anarşizm yaratmak suçlarından ' dava kalemini kırdı. Suphi suçsuz olduğunu söyleyecekti ama öyle olmadığını kendisi de bildiğinden böyle bir klişeye hiç gerek olmadığını düşündü ve karara ses çıkarmadı.

Ertesi sabah idamı gerçekleştirilecek Suphi hiç korkmuyordu belki ama, günden güne Tolgayı görmediği için kendini yiyordu. Gardiyana seslenip de ' dışarı hava almaya çıkabilir miyim? ' sorusundan red cevabını alınca bir ara canına kıymayı düşündü. Fakat bununda bir faydası yoktu.

Ertesi sabah 05.00 saatinde avludaki darağacına götürülmek üzere uyandırılan genç adam, gardiyanların kendisine uzattığı idam önlüğünü giydi. Koridorda 2 gardiyan ve 1 inzibat askeri ile yürürken tıpkı seneler önce morgdaki gibi kalbi güm güm atıyordu.

Koridorun bitirilip de avluya çıkan kapıya getirildiğinde bir subay karşıladı onu. Suphi onun idamından sorumlu subayın yüzüne baktığında onda bir farklılık gördü. Yüzü parlayan subayda daha fazla bir parlaklık vardı, sanki yüzünü ıslatmışta sabahın ayazına aldırış etmeyen güneş onu ışık yağmuruna tutuyordu kederli ışıklarıyla. Evet, subay ağlıyordu, ama gizlice. Onun ağlaması Suphi'nin daha çok dikkatini çekti ve onun yüzüne detaylı bakınca onun kim olduğunu hatırladı. O subay ' Üsteğmen Tolga Karaca'ydı. ' Karşısında duran kişinin, onun yurda ilk geldiği günden beri koruduğu, kendi tabiriyle ' Sarı oğlan ' lakaplı Tolga olduğunu gördüğünde Suphi, yüzündeki tebessümünü olabildiğine acı şekilde belirterek; 'Şükürler olsun seni görebildim.' Dedi.

Tolga sessizce ağlıyor, canından çok sevdiği abisine refakat subaylığı yaptığı için utanç duyuyordu. Suphi, artık darağacındaki sandalyeye çıktığında kaybedecek bir şeyi olmadığından şöyle bağırmaya başladı 'Tolga, seni çok seviyorum kardeşim. Haydi, ver artık ölüm emrimi sende kurtul bende... ' Daha fazla dayanamayan Tolga emrini vermiş Suphi'nin son kelimesi ve geçmişi, yaşanmışlıkları, dostlukları ve daha nice manevi duyguları boğazını sıkan ipte kalmıştı.

Artık darağacında bir hiç uğruna sallanan, genç bir cesetti, bir de her çağda görülen hastalık; Cehalet...

Ne demiş büyük usta Adnan Yücel;

Saraylar saltanatlar çöker

Kan susar bir gün

zulüm biter.

Menekşelerde açılır üstümüzde

leylaklar da güler.

Bugünlerden geriye,

bir yarına gidenler kalır

 bir de yarınlar için direnenler...


                       *** Yorumlamayı unutmayınız***

Kuyudaki IşıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin