Yurdun önüne vardıklarında hava kararmak üzereydi. Oraya gelene kadar Suphi tek kelime konuşmamış Tolga ise bu durumu anlamlandıramamıştı. Yine birbirlerinden destek alarak duvara çıktılar. İlk olarak Tolga çıktığı duvardan içeriye atlamış, daha sonra Suphi tek seferde çıktığı duvarın zirvesine ulaşmıştı. Tolga dut ağacından aşağı inerek duvarın üstünde dalgın şekilde ayakta duran Suphiye baktı.
+ Suphi ağabey ne yapıyorsun? İn haydi düşeceksin bak.
Dalgın şekildeuzaklara bakarak derin derin düşünen Suphi, biraz daha düşündü, ' Tabiii be ! ' diye bir nara attıktan sonra çevik bir hamleyle aşağı indi. Tolga neler olduğuna anlam verememişti ama yakalanacakları korkusuyla etrafa bakıyordu. Önünü döndüğünde ise burnunun dibinde birden Suphiyi buldu ;
Suphi ;
- Oğlum Tolga, general olasın inşallah. Dedikten sonra ona sarıldı.
+ Hayırdır Suphi ağabey ne oldu?
- Lan bugün cami avlusuna gelen kimdi dersin?
+ Bilmem ben görmedim kimdi ki?
- Dur sana ipucu vereyim. Bu duvardan yıllar önce kim düştü de ayağını burktu.
+ Ne bileyim ağabey.
- Şevki be Şevkiii !
+ Hani şu Memur Sabriyi bıçaklayıp yurttan kaçan Şevki mi?
Büyük heyecanını bir türlü bastıramayan Suphi ;
- Evet evet o işte. Bugün camiye elinde bir ibrikle geldi ama ben çıkartamadım. Nereden tanıyayım ki dağ gibi olmuş dağ.
Hayretler içinde kalan Tolga, sesli şekilde ' vay be ' demeden edemedi. Daha sonra neşeli adımlarla yurda yönelen Suphi'nin hızına yetişmek için ardından koşturdu.
Yurt binasından içeri girdiklerinde koridordan Üzeyir'in sesi duyuldu;
+ Neredesiniz be ağalar? Haydi, akşam yemeği hazır, Kerime Hanım sizi çağırmamı söyledi.
Koridorda yan yana yürüyerek Üzeyir'e cevap vermek Tolgaya düştü;
+ Dışarıda. Yani bahçede dut topluyorduk.
- Haydaa. Dut mu kaldı be mübarek. Çocuklar hepsini topladı da hüpletti bile.
+ Ohoo Üzeyir, siz bulamamışsınız üstleri hep dolu dolu.
Yemekhaneye ilk giren neşe içindeki Suphi oldu. Girer girmez de elleri belinde bağlanmış Kerime hanımla karşılaştılar;
+ Neredesiniz ulan siz sabahtan beri? Kahvaltıda da yoktunuz.
Artık büyümüş olan Suphi onu fazla kaile almayarak ve neşenin de verdiği şımarıklıkla;
- Bahçede istirahat ediyorduk ya, ne hikmetse ağacın altında uyuya kalmışız.
+ Hadi be, bende yedim. Siz dua edin müdür bey bugün teftiş için kasabaya gittiydi de yakalamadı sizi. Sanki ben sizin sokaklara kaçtığınızı bilmiyorum. Başınıza bir olay gelmese de karakol ya da hastahaneden toplamasak bari sizi.
Onun bu söylediklerine ne Suphi kulak asmıştı ne de Tolga. İkisi de yemek yemeye koyuldular.
Katran çalan gecenin ilerleyen saatlerinde yurtta tek uyanık olan Suphiydi. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar uyumamış Şevkiyi nasıl bulacağını düşünüyordu. Ama olsundu onun olduğundan emindi ya, illa ki bulunurdu. Koca şehir deyip te sanki neydi onun için Şevki ağabeyini bulmak. Yurttan Şevki'nin kaçtığı gece Suphi'nin sessiz sessiz ağladığını kimseler bilmiyordu ya bilmesindi zaten kimseler, sessizce içine akıttığı gözyaşlarını. O, bu yurda ilk geldiğinde eline bir paslı çivi batmıştı. Kemal beyden önce burada müdürlük yapan Necati Bey onun durumunun hastahaneye gidecek kadar ciddi olmadığını söylemiş, onu hastahaneye gece karanlığında Şevki ağası götürmüştü.
Şimdi bana böyle davranan birini bulamamak azabını neden yaşayayım diye düşündü. Kafasından bu düşünceler geçerken uykuya dalmış bir ara gözlerinin araladığında masanın üstünde tastaki suyundan içmişti. Uyku sersemi olduğu o sıra, bez çuvaldan ceketiyle bir çocuk geçti pencerenin önünden ama Suphi buna aldırış etmedi ve uykuya tekrar daldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuyudaki Işık
Historical Fiction''...Kaderleri yetimhanede birleşen, geçmişleri gözyaşı,nefret dolu,sevgiye muhtaç çocuklar ve kaderlerindeki maneviyat bulutlarını nostaljik yılların depreşmesinde bulan,1960-80'li yıllarda geçen kaçınılmaz sonun yarattığı umutsuzluk kavgası....''