AYRILIK (Bölüm 26)

45 16 1
                                    

Şevki odasına girdiğinde sandalye üstündeki dağınık duran kesilmiş gazete küpürlerini toplayarak masanın üzerine koydu. Daha sonra güneş ışınlarının sızıntı şeklinde girdiği odasının perdelerini açarak sanki bunca zaman zindanda kalmış bir mâhkum gibi kafasını pencereden dışarıya yani özgürlüğe çıkardı. İçinden 'özgürüm ulan ' diye bağırmak gelse de bu mutluluk kendi içinde onu hareketliliğe sevk eden bir iksir olarak kaldı. Minicik odasına özgür ruhu sığmıyordu sanki. Sanki bir sıçrasa evinin yüksek olan tavanına dokunabilecekti. İslenmiş lambasının altında gözleri özgürlük diye bakar iken etrafa, sözleri onun bu durumunu anlatamayacak kadar kifayetsizdi.

Sabah yarı mâhkumiyet ile çıktığı bu minicik ev şimdi onun için özgürlüğünü ilan etmiş sevimli bir diktatörün sarayı gibi geliyordu ona. Sanki ilk defa geliyormuş gibi uzun uzun duvarlara asılı olan küpürleri okuyor, Marangoz Rızaya yaptırdığı rafındaki kitaplara parmaklarını temas ettiriyordu. Parmak uçları ona kitapların özetini sunuyordu. Adeta Sabahattin Ali, Dostoyevski, Tolstoy, Nazım Hikmet ve daha nice yazar, kitaplarında dillenmiş, onun parmak uçları aracılığıyla ona tebriklerini iletiyorlardı.

Onun bu mutluluğunu anlayan Suphi bir süre sessiz kaldı. Bu sessizliğinde, Şevkiyi izlemenin yanı sıra arada etrafa hayretle bakan Tolgayı da süzüyordu. Tolga ise odayı güzelce süzdükten sonra şimdi gözlerini raflardaki kitaplara dikmişti. Ne değişik yazarlardı bunlar. Nazım Hikmet'i gazetelerden ve okullarındaki hademe Salim'den duymuştu. O bir vatan hainiydi. Ama ya diğerleri. Daha onların adını bile telaffuz edemezken nedense onların kitaplarında neler yazdıklarını merak etmişti. En sonunda merakına yenik düşerek sordu;

+ Şevki ağam. Bu yazarlar kimdir? Neyi anlatırlar?

Raflarına emekle bakan Şevki;

- He onlar mı? Onlar emek şovalyeleridir. Mazlumun karşısında şaha kalkmış zorbaların baş düşmanlarıdır. Fikirleri yüzünden çok zindan hayatı yaşamışlar ama yine de halkın yanında olmaktan asla geri durmamışlardır. Yönetime karşı olanları eleştirmek amacıyla tamamen hayali hikâyeler yazmışlardır. Onları okumak ister misin?

+ Ama yok olmaz. Onlar yönetime karşı geliyorlarsa ben onları okumam. Bende vatan haini olurum sonra. Hem çokta kalın kitaplarmış okuyamam zaten ki.

- Yok be Tolga ne vatan haini. Bak sana şöyle bir şey yapalım. Sen Nazım Hikmet'i bir oku, beğenirsen diğerlerini de okursun ama beğenmezsen okumazsın tamam mı?

Suphi'nin de ısrarları üzerine ikna edilen Tolga, o gün okumak üzere Şevki'nin raftan indirdiği kitabı koltuğunun altına koydu. Nazım'ı okumaktan o kadar uzaktı ki kapağını bile okumadı kitabın. Sohpetin ilerleyen zamanlarında kapı çalındı. Tolga sohpet boyunca elinde tuttuğu kitabı masaya bırakarak kapıyı açtı.

Kapıda kısa boylu kasketli ve yüzü kızarmış bir çocuk vardı. Çocuk hiç bir şey söylemeden elindeki 2 somon ekmeğini ve bir gazeteye sarılı paketi Tolgaya uzatarak geri çekildi. Tolga daha çocuğa soru soramadan çocuk arkasını döndü ve gitti. Tolga ise elindeki paketleri hayretle masaya bırakırken;

+ Neden bu çocuk hiç konuşmadı da gitti ki?

Şevki;

- Ben ardından el işareti yaptım gitsin diye de ondan. Zaten fazla da konuşmaz. Nureddin onun adı. Bakkalın çırağıdır. Neyse boş ver sen onu, haydi gazeteyi açta yiyelim.

Tolga merakla gazeteyi açtığında 1 kavanoz peynirle karşılaşınca şaşırdı.

+ Bu nedir ağabey?

- Ne demek nedir? Siz buradasınız diye akşam alacağım yemeği şimdi aldırdım. Ziyafete denk geldiniz bir de sorguluyorsunuz ha, sizi gidi palamutlar sizi.

Hepsi bir ağızdan gülüşünce Suphi birden daha önce hiç bu kadar özlemle gülmediğini hatırladı. Bu garip bir histi. Neye özlem duyacaktı ki. Ailesi yoktu. Âşıkta olmamıştı. Daha önce âşık olmayı düşünmemişti bile. Belkide okuduğu kitaplarda en güzel sözlerin altını, birileri için çizmenin zamanı gelmişti.

O bunları düşünürken çoktan masa başına oturmuş olan Şevki şu dizeleri dile getirdi;

Biz haber etmeden haberimizi alırsın,

yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin.


Gözümüzün dilinden anlar,
elimizin sırrını bilirsin.

Namuslu bir kitap gibi güler,
alnımızın terini silersin.

O gider, bu gider, şu gider,
dostluk, sen yanı başımızda kalırsın...  

Kuyudaki IşıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin