+ Delikanlılar...
Arkalarını dönen ikili, yaşlı bir adamın kendilerine doğru topalladığını gördü. Yanlarına gelen adam cebinden bir serçe çıkartarak ; 'İster misiniz' dedi. Çocuklar onun elindeki serçeye baktıklarında afalladılar.
Şevki;
+ Emmi sen ne yapıyorsun? Nedendir bu zavallıyı özgürlüğünden mahrum bırakışın?
Çaresizce gülen adam, büyük bir heyecanla;
- Ağaçtan... Ağaçtan düştü. Az önce düştü. Hemen üstüne parkamı atıp onu yakaladım. Onu satmalıyım.
Durumu anlayan Şevki;
+ Ver bakalım. Eti yenilecekse, onu senden satın alırım.
Heyacanı bir kat daha artan adam;
- Sıkı tut ha! Uçmasın.
Suphi neler olup bittiğine anlam veremiyordu. Neler saçmalıyordu bu Şevki? Derken Şevki adamın elinden usulca kuşu aldı ve kuşu kafasından zarifçe öperek havaya fırlattı. Esaret altında kaldığı avuçlardan kurtulan kuş, özgürlüğe kanat çırparak oradan uzaklaştı.
Bunu gören adam ise yamuk ve çatlamış elleriyle Şevki'nin göğsüne yavaş ama tekrarlayan yumruklarla vurmaya başladı.
- Neden? Neden bıraktın onu?
Şevki'nin ona cevap vermesini beklemeyen adam yine aniden arkasını döndü ve güneşin yeni yükseldiği karlı tepelere baktı. Sonra yine Şevkiye dönerek hiç bir şey olmamış gibi;
- Evet evet onu satmalıyım.Satmalıyım ki bu sabah çorba içebileyim.
Gençler adamın rahatsız olduğunu anladıklarında göz göze geldiler. İkisi de fikirlerini veya duygularını sözlü olarak dile getirmek istiyorlardı ama ikisinden de tek söz çıkmadı. Şevki, yavaş yavaş mırıldanarak ilerlemekte olan adama cebindeki parayı çıkarttı ve uzattı.
+ Al emmi. Senin kuşun eti çok lezzetli çıktı. Sağ olasın.
Başını öne eğerken daha bir heyecana kapılan adam kendi kendine gülerek olduğu yerde bir kaç defa sekti. Ardından yine karnını doyuracak olmanın heyecanıyla seke seke oradan uzaklaştı.
Sahilde dolaşmalarını bitirip ana caddeye yöneldiklerinde saat 10'a geliyordu. Araf da kalıp nereye gideceklerini bilemez bir halde ana caddede etraflarına bakınıyorlardı. Caddeden geçen arabaların kornaları arasında kalabalığın sesi de bir hayli fazlaydı. Kaldırım kenarındaki çınar ağaçlarına sırtını yaslayan ikili, her ne kadar sosyalizmin avuçlarında öten iki çaresiz bülbülü andırsa da aslında onlar gündüz dışarı çıkan yarasadan farksızdı. Nereye gideceklerini bilemez halde şehirde boş boş dolaşarak zamanın geçmeyeceğini biliyorlardı.
Şevki;
+ Bir iş bulmalıyız Suphi. Bu iş böyle olmaz.
Suphi, onu kafasıyla onayladı. Şehri çocuk yaşta tanımaya başlayan Şevki elbette rahatlıkla bir iş bulabilecek bilgi ve tecrübeye sahipti. Fakat asıl mesele sağcılardan uzak bir yerlerde bir iş bulabilmekti. Hem polislerde onu her yanda arıyor ve yakalasalar falakaya yatırmak için yer arıyorlardı. Şevki en uygun işin nerelerde olabileceği konusunda düşünme karmaşasına girmişken, Suphi ise nedensiz bir şekilde bir tedirginlik duyuyordu.
- Şevki ağabey burada olmamız sence de sakıncalı değil mi?
+ Doğru diyorsun bak. Ana caddede polis hemen yakalar bizi. Ulan bizde daldık şehrin akışına burada oyalanıyoruz yürü gidelim.
Doğru bir şey yapmanın gururuyla göğsü kabaran Suphi, aynı zamanda Şevki ile bu denli fikir alış verişi yapabildiği, onun seviyesinde düşünebilip onun savunduğu davasını savunduğu için ayrı bir gurur duyuyordu kendisiyle. Ana caddeden karşı yola geçtiklerinde ters şeritten bir polis arabası hızla geçti yanlarından. Ancak polisler onları göremeyecek kadar süratle öndeki arabayı kovalıyorlardı.
Ara yollara giren çocuklar kurt kapanı olan bu şehirde takip edildiklerini anlamak için sık sık arkalarını kolaçan ediyorlardı. Üst sokaktan bir bekçinin onlara doğru sallana sallana geldiğini gördüklerinde telaş yapmamaya özen gösterdilerse de, karşıdan gelen bekçi onları tanımış ve hemen silahına davranmıştı. Onu fark eden çocuklar onun ateş etmeyeceğini bildiklerinden hızla yanlarındaki manavın sandıklarını devirip dikkat dağıtmaya çalıştılar. Hızla geldikleri yoldan aşağı koşarak sağ ara sokağa girdiler. Halbuki bekçinin onları kovalamaya dermanı bile yoktu. Sadece onları korkutmak ve ayak üstü sorguya çekmek istemişti. Bekçi onların ardından küfürler eden manava gülmeye başladı.
Manav;
+ Ulan ne biçim adamsın sen yahu!
Bekçi katıla katıla gülerken;
- Niye öyle dersin bre Mahmut?
+ Gece bekçilik yapmışsın, sabah ne diye yakalayamayacağın çocukları korkutup durursun?
Bekçi eve gitmenin keyfi ile gülerek oradan uzaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuyudaki Işık
Fiction Historique''...Kaderleri yetimhanede birleşen, geçmişleri gözyaşı,nefret dolu,sevgiye muhtaç çocuklar ve kaderlerindeki maneviyat bulutlarını nostaljik yılların depreşmesinde bulan,1960-80'li yıllarda geçen kaçınılmaz sonun yarattığı umutsuzluk kavgası....''