"Durumu nasıl?" diye sordu Tyler, kızarmış gözleriyle. Doktor, derin bir iç çekti ve ellerini önlüğünün cebine koydu.
"Aşırı üzüntü, stres ve depresyon."
Tyler, rahatlamışcasına derin bir nefes alıp verdi.
"Yani herhangi bir hastalık veya-"
"Endişelenmeyin, hiçbir sorun yok."
Tyler, gözlerini kapattı ve derin, çok derin bir nefes alıp verdi. Doktor, Tyler'a geçmiş olsun diyerek oradan ayrıldı. Tyler, Mackenzie'nin kaldığı odanın yan tarafındaki duvara yaslandı ve birkaç saniye, içinden Tanrı'ya teşekkür etti. Ardından cebindeki telefonu çıkardı ve Jack'i aradı.
"Alo?" diyerek merakla açtı telefonu, Jack.
"Durumu iyi."
Jack'in rahat bir nefes aldığını duydu.
"Uyandı mı?"
"Henüz değil. Doktor şimdi yanından çıktı."
"Peki yanına girdin mi?"
"Hayır."
"Tamam. Haber bekliyorum."
"Tamam."
Tyler, telefonu kapattı ve Mackenzie'nin odasına girdi.
Jack, telefonu ceketinin cebine attı ve koşarak otele gitti. Resepsiyonda kimseyi göremeyince duraksadı. Ardından derin bir iç çekerek bilgisayarın başına geçti ve Finn'in oda numarasına baktı. Daha sonra hızla hareket ederek Finn'in odasının önüne vardı. Kapıyı iki kez çaldı. Finn, kapıyı açıp karşısında Jack'i gördüğünde içini değişik bir endişe kapladı.
"Durumu kötü mü?" diye sordu ardından, nefesini düzenlemeye çalışan Jack'e.
"Aksine," dedi ve boğazını temizleyip elini duvara yasladı.
"Durumu iyiymiş."
Finn, gözlerini kapadı ve üzerinden bir yük kalkmış gibi rahat bir nefes verdi.
"Uyanmış mı peki?"
"Maalesef. Neyseki durumu iyi."
Finn, olumlu anlamda başını salladı ve yutkundu.
"İçeri gelmek ister misin?" dedi, gitmeye hazırlanan Jack'e.
"Belki başka bir zaman, Finn. İşimin başına dönmem gerek."
"İşinin olmadığı bir gün haberim olsun."
Jack, tebessüm ederek Finn'i onayladı ve işine geri döndü.
Finn de derin bir iç çekerek kapıyı kapattı ve salona gidip çalışma masasına oturdu.
Her şey yetmezmiş gibi bir de hazırlaması gereken evraklar ve raporlar vardı.
İçinden lanetler okuyarak raporları hazırlamaya başladı. Ardından da evrakları düzenleyecekti.
"Ah, Tanrım, nihayet." dedi sevinçle, Tyler. Gözlerini açan Mackenzie'nin ellerini tuttu ve ona gülümsedi.
"Tyler?" dedi Mackenzie, boğuk çıkan sesiyle.
"Beni çok korkuttun, Mackz. Senin için çok endişelendim."
Mackenzie, konuşmadı. Sustu ve halsizliğinin verdiği etkiyle gözlerini birkaç saniye kapadı.
"Buradan ne zaman çıkabiliriz?"
"Bekle biraz, Kenzie. Daha yeni uyandın."
"Bu lanet yerde kalmak istemiyorum, Ty."
"Biliyorum, canım ama iyiliğin için kalmak zorundayız. Kısa bir süre sadece."
"Ama-"
"Kısa bir süre," dedi ve Mackenzie'nin tam gözlerine baktı.
"Tamam?"
Mackenzie, pes ederek derin bir nefes alıp verdi ve başını aşağı yukarı yavaşça salladı. Tyler, minik bir tebessüm ederek avuçları arasındaki ellerin üzerine ufak bir buse kondurdu.
Saat gece on olmak üzereydi. Tyler ve Mackenzie hâlâ dönmemişlerdi ve Jack, Finn'e sabah verdiği haber dışında başka bir şey söylememişti.
Finn, yalnızdı. Çok sıkılmıştı ve iş bitmek bilmiyordu.
"En azından yarısından fazlası bitti." dedi ve yorgunlukla arkasına yaslandı. Ardından koltuğun üzerindeki telefonun melodisi tüm salonda yankılandı. Finn, oflayarak kalktı ve çalan telefonu aldı. Aniden tüm yorgunluğu gitti ve dudaklarında büyük bir gülümseme yer edindi.
"N'aber dostum?" diyerek neşeyle yanıtladı aramayı. Fakat aldığı tepki iyi değildi.
"Seni lanet olası pezevenk!" diye bağırdı sinirle, Scott.
"Ne?"
"Bunu nasıl yaparsın, ha?!"
"Neyi? Ne diyorsun, Scott?!"
Scott, sinirle derin bir nefes alıp verdi.
"16 yaşında biriyle yatmışsın!!"
Finn, duyduğu şey ile kaskatı kesildi. Saniyeler sonra ise bedeni sinirle sarmalandı.
"Öyle bir bok olmadı amına koyayım, tamam mı?!!! HER ŞEY BİR YANLIŞ ANLAŞILMA VE SENİN O OROSPU KUZENİN OLAYI MİNİCİK BEYNİYLE YANLIŞ ANLADI!"
Finn, o kadar sinirlenmişti ki ona haber vermek için kapının önüne gelen Jack bile duyduğu sesle durmuş ve uygun bir zaman olmadığını düşünerek gitmişti.
"ÖNCELİKLE KUZENİME-"
"Yalan mı, Scott?!"
Scott'dan birkaç saniye ses gelmedi.
"Bak," dedi daha sonra Finn, koltuğa oturarak.
"Bağırdığım için üzgünüm ama sana yemin ederim ki öyle bir şey olmadı, Scott. Bana inanmalısın. Miranda her şeyi yanlış anladı. Ona anlatmaya çalıştım ama beni dinlemeden çekip gitti."
Scott, cevap vermedi. Ve hiçbir şey söylemeden telefonu Finn'in yüzüne kapattı. Finn, sinirle telefonu yandaki koltuğa fırlattı ve tüm gücüyle bağırdı.
O sırada odasında öfkeyle ağlayan Freya, elindeki mendille gözyaşlarını sildi ve kendini durdurmaya çalışarak duvarda asılı olan fotoğrafa baktı dikkatle. Kendisi, Mackenzie ve babasının olduğu bir fotoğraf.
O an birden ağlamayı keserek ayağa kalktı ve fotoğrafın asılı olduğu duvara ilerledi. Burnunu çekerek elini fotoğrafın üzerine koydu. Ardından gözleri alev saçmaya başladı. Sinir ve öfke damarlarında cirit atıyor gibiydi. Freya, hızla mutfakta bıraktığı telefonunu almaya gitti. Ardından odasına geri döndü ve yatağına oturup telefon rehberine girdi. Eli numaranın üzerinde kaldı. Yapıp yapmamak arasında gidip geldi ama şeytana uyarak numarayı aramaya karar verdi. Telefonu kulağına götürdü ve aramanın yanıtlanmasını bekledi.
"Alo?" dedi karşı taraftan, şaşkın bir ses. Freya, derin bir iç çekerek dudaklarını araladı.
"Baba?"
"Freya? Ne oldu? Beni arar mıydın sen?"
Freya, boğazını temizledi ve kısık çıkan sesiyle konuşmaya devam etti.
"Önemli bir şey olmasa aramazdım, baba."
"Ne oldu?!" dedi adam, endişeyle.
"Birine bir şey mi oldu?!"
"Hayır hayır," diyerek bakışlarını duvarda asılı olan resme yöneltti.
"Öyle bir şey değil."
"Ne o zaman?"
Freya, omuzlarını dikleştirerek ses tonunu kendinden emin bir şekilde ayarladı.
"Mackenzie."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Günışığı Körfezi
FanficBüyük oteller zincirinin sahibi Eric Wolfhard'ın oğlunun 18. yaş gününden sonra aldığı sorumluluk üzerine aklında oluşturduğu plan nasıl bir sonuca varacak?