Kayıp 98.Bölüm
Adam gelene kadar instagramda oyalanıyordu Rudolf. İnstagramı çok sever, günlük haberleri daha çok televizyondan değil instagramdan öğrenir. Bazı korku sayfalarını takip ediyor. Bazen aradığı heyecanı öyle sayfalarda buluyor. Yine korku sayfalarından birinin paylaştığı gönderilere bakarken ilginç bir bilgi buldu.
Şaşkın bakışlarla profesöre söyledi:
"Adam garip olduğu gibi, delirmeye başladığı saatin de bir sırrı varmış. Bilmediğimiz bir şey var, profesör."
Lafını bitirip telefonda yazılan yazıyı gösterdi profesöre. Prof.Hambert kendi içinde sessizce okudu yazıyı:
" 420 rakamının sırrı nedir?
420 sayısı ile ilgili birçok efsane var fakat en çok kabul göreni ABD'nin California eyaletindeki bir grup lise öğrencisiyle ilgili. Hikayeye göre 420, San Rafael'de liseli bir arkadaş grubu olan ve kendilerine "the Waldos" diyen birkaç öğrencinin 1971 yılında esrar içmek için okullarının hemen dışındaki kuytu bir duvar dibine verdikleri kod adı. Ayrıca 4:20 saati de esrar kullanımını sembolize eden bir saat."
Profesör şaşkındı. Ama bir taraftan da içini kemiren kocaman bir sorunun cevabı için ipucu bulduğundan mutluydu. Otel odasındaki tüm delice hareketlerin açıklaması bir kelimenin içinde saklı kalmıştı. Esrarın baş döndürücü etkisi aynı zamanda oldukça gizemli bir hava yaratmıştı.
Kısa bir süre sonra adam marketten çıktı. Taksiye bindi ve yola devam ettiler.
Prof.Hambert ve Rudolf hemen arkalarındaydılar. "Acaba, bu adam nereye gidiyor?" düşüncesi sarmıştı kafalarını. Adamın niye garip hareketler ettiğini buldular. Ama nereye gittiği hâla bir sırr olarak kalmaktaydı.
Güneşin gökyüzüne hükmettiği malumdu. Ama bulutlar Güneşin etrafını sarmıştı. Gözükmese de, Güneşin var olduğu bir sırr değildi.
Taksi biraz daha dümdüz gittikten sonra sağa döndü. İlk trafik ışıklarını geçtikten sonra kocaman bir marketin önünde durdu taksi. Adam taksiden inip büyük markete girdi.
"Rudolf, sen de git markete. Takip et adamı."
"Tamam, profesör."
Rudolf'ta arabadan inip markete girdi. Diğer adam rafların arasında geziniyordu. Sanki bir şey arıyor ama hiçbir markette bulamıyordu. Rudolf rafların arasında gezinmeye başladı adamı izlerken. Adam diğer rafların önünden geçip Rudolf'un durduğu rafların yanına geldi. Gözucuyla rafları kontrol edip diğer tarafa geçti. Rudolf oradan ayrılıp adamın peşinden gitti. Adam diğer sıradaki raflarda da aradığını bulamamış ve oradan ayrılmıştı. Rudolf rafların önünden geçerken makarna paketleri dikkatini çekti.
"Oha! Bu makarnaların fiyatı ne zaman bu kadar yükseldi? Daha iki hafta önce yetmiş beş sent'e almıştım bir paket makarnayı. Şimdi doksan sent olmuş. Gerçekten çivisi çıkmış Dünyanın! İstediği devletle ticareti kesip onun gücünü azaltan, ona diz çöktüren Amerika'da bile fiyatlar bu kadar yükseliyorsa, gerçekten Dünyanın çivisi çıkmış..."
Takside oturup dışarıyı izleyen prof.Hambert adamın marketten çıkıp taksiye bindiğini gördü. Rudolf ise hâla marketten çıkmamıştı. Prof.Hambert sinirli bir halde Rudolf'u aradı.
"Rudolf!!! Neredesin?"
"Marketteyim, profesör. Ne oldu? Niye bağırıyorsun?"
"Adam marketten çıkıp taksiye bindi gidiyorlar. Çabuk gel, buraya!"
Rudolf koşarak marketten çıkıp taksiye bindi. Neyse ki, peşinde oldukları adam onlardan fazla uzaklaşmamıştı. Bir sonraki ışıklarda yeşil ışığın yanmasını bekliyordu diğer taksi.
Şehir dışına doğru ilerliyordu taksi. Prof.Hambert ve Rudolf bu yolun nereye kadar gideceğini merak ediyorlardı. Yaklaşık beş yüz metre sonra bir benzinlik vardı yol kenarında. Öndeki taksi benzinliğe girdi. Görevlilerden biri arabanın benzin deposuna benzin doldururken adam da arabadan inip lavaboya gitti. Hemen arkasından Rudolf lavaboya gitti. Musluğun hemen yanındaki sabunla elini sabunlamaya başladı. Bu zaman içeride adamın telefonla konuştuğunu duydu.
"Bir benzinlikteyim şuan, patron. Tarlaya az kaldı. Yaklaşık yirmi dakikaya oradayım. Oraya vardığımda ararım seni."
Adam konuşmasını bitirip musluğun önüne geçti. Gözucuyla yanındaki adama baktı. Markette Rudolf'la karşılaştığını hatırladı. Elini yıkayıp aceleyle lavabodan çıktı. Arkasına bakmadan hızlı adımlarla ilerleyip taksiye bindi. Arkasından Rudolf lavabodan çıkıp taksiye bindi. Karşıdaki taksiyi takip etmeye devam ettiler.
Karşıdaki taksi ormanlık alanda yavaşlayıp durdu. Adam taksiden inip ormana doğru ilerlemeye başladı.
"Nereye gidiyor bu adam?"
"Öğreneceğiz, profesör. Az kaldı."
"İnip peşinden gidelim. Sen taksinin parasını öde, Rudolf."
"Tamam, profesör."
Taksiden inip adamın peşinden ormana girdiler. Sarmaşık ağaçlarla dolu, geçilmesi zor bir ormandaydılar. Adam hızlı hızlı adımlarken birden koşmaya başladı ve kısa sürede gözden kayboldu.
"Adam kayboldu gitti koca ormanda. Nereden bulacağız şimdi onu? Bir işi tam beceremedik."
"Dur bakalım, profesör! Ben biliyorum galiba adamın nereye gittiğini."
"Nasıl yani?"
"Adam lavabodayken biriyle konuşuyordu. Bir tarladan bahsediyordu. Ben de takside gelirken telefonda haritaya girip bu yakınlarda olan boş arazilerin screenshot'unu aldım."
Telefonunu cebinden çıkarıp resim galerisine girdi Rudolf. Resim galerisinden ekran resimleri belgesini açtı. Son resimlere baktı dikkatlice. Sonra telefonu kapatıp söyledi:
"Ormanın yakınlarında bir tek boş, tarla gibi arazi var. O da on beş derece kuzey'de. Galiba oraya gitti adam."
"Gidelim o zaman çabuk!"
Haritadaki araziye doğru ilerlemeye başladılar. Yaklaşık on beş dakika sonra aradıkları tarlanın yanına vardılar. Tarlanın hemen yanında küçük bir ev vardı. Prof.Hambert ve Rudolf gizlenerek tarlanın içinden eve doğru ilerlemeye başladılar. Bu zaman tarlada yetiştirilen bitki hem profesör'ün, hem de Rudolf'un dikkatini çekti. Tarlada esrar yetiştiriliyordu.
Yavaş yavaş eve yaklaştılar. Evin penceresi açıktı. İçeride olan adamların konuşmaları rahatça duyuluyordu. Prof.Hambert ve Rudolf dikkatle içerideki adamların konuşmalarını dinlemeye başladılar.
"Tarlaya vardım, patron. Hurry biraz sonra götürmem gereken esrarları getirecek. Yalnız, bu defa bir çantadan çok götürmeyeceğim. Çok riskli. Sadece bir çanta götürebilirim..."
Rudolf fısıltıyla konuşmaya başladı:
"Bu adam esrar taşıyor bir yere."
"Taşıyamayacak artık! İnsanları zehirleyemeyecekler!"
"Galiba bir planın var, profesör."
"Evet! Gel benimle."
Profesör sürüne sürüne tarlaya girdi. Yavaş yavaş tarlanın öbür tarafına geldiler. Profesör cebinden bir çakmak çıkarıp kurumuş esrarları ateşledi. Tarla yanmaya başladı.
"Eğer yılanı görmezden gelirsek, zehirlenenler için bir yılandan hiçbir farkımız kalmaz..."
Merhaba, sevgili okurlarım! Umarım bu bölümü beğenirsiniz. 100.Bölüme son bir bölüm kaldı. İki güzel bölüm ve büyük sürprizler sizleri bekliyor. Keyifli okumalar!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP
AventuraGözlerini kapatır profesör. Derin ve ürkütücü bir karanlığın içine dalır. Karanlıkta göz gözü görmüyorken tanıdık olmayan bir ses kulağını işgal eder: "Yolundan geri dön, Hambert! Yolundan geri dön!" Bu ses bir delinin özenle süslediği hayal ü...