Çok kez kaybettim ben. Çok kez yenildim, çok kez yara aldım. Her defasında yeniden düşmek için ayağa kalktım. Ellerimden tutun olmadı. Tutmak isteyen de olmadı. Yalnızlağa mahkum edildim, yalnızlığa prangalandım.
Ben hiç yanında birinin olmasının ne demek olduğunu bilmedim. Katı bir şefkati olan Elenoradan başkasını almadım hayatıma. Onun gidişi son ışığımı da almış oldu benden.
Ama bazen, bazı geceler hanımeli kokulu bir avucun saçlarımda dolaştığını, bana ninniler fısıldadığını hissettim. Ne o eller huzur verdi, ne o ninni rahat bir uykuya kucak açmamı sağladı.
Hissettiğim her an kalbim içimde büzüldü, içine sakladığım her duyguyu dışarı kustu, gözlerim doldu ama ağlamadım.
Kaportasına oturduğum aracın üzerinde Sıcak İstanbul'u izliyordum. Önümde gösterişli bir şekilde ışıklarla parlayan köprüler sıralanmış. Bu muntazam ışıkların arasında en derin karanlıkların ortasındaydım.
İçiyor olsaydım şayet bir sigara yakacak kadar efkarlı hissediyordum kendimi. Bir isim neden beni bu kadar dağıtmıştı anlam veremiyordum. Bir isim neden yaraladı beni. Bir kadın neden dağıttı beni.
Yüzümde hiçbir ifade olmasa da içimde fırtınalar kopuyordu. İçim içimde parçalanıyordu...
Çalan telefonumu derin bir nefes alarak cebimden çıkarttığımda ekranda bir numara görünmüyordu. Derin bir nefes alıp açtım telefonu. Karşımda beliren görüntü Kurt'a aitti.
"Hayalet!"
"Evet, kurt."
"Buraya gel."
"Tamam."
Görüntü karşımda silikleşirken ellerimi uzun saçlarımdan geçirdim ve ayağımdaki ev terliklerine sıkkın bir bakış attım. Arabaya bindiğimde gözüme ilk çarpan el freninin oradaki köstekli saat oldu.
Sahibi için değerli olmalıydı. Gerçekten güzel bir işçiliği vardı ve fazlasıyla eski duruyordu. Birgün olurda yeniden karşılaşırsak sahibine geri vermeyi aklımın en ücra köşelerine not ettim.
Hızla yola koyuldum ardından. Güneşe gebe Şafak doğum sancıları çekerken kızıla boyanan gök yüzü içime kasvetli bir fırça gibi çalınıyordu. Gün doğumunu hiç sevemedim. Bana hep fazla hüzünlü geldi ve ben hüzünlü şeyleri sevmezdim
Akademiye vardığımda aracı ilk bulduğum boş yere park ettim. DNA taramasından sonra kapılar benim için açıldığında Kurt'u bulacağım odaya doğru yöneldim.
Koridorda karşılaştığım her yüz dağılmış halime ilgi ile baksa da onları umursamadım. Ne akmış makyajım ne yakaları yanlış iliklenmiş elbisem, ne dağınık karma karışık saçım nede ayaklarımdaki terlikler hiç biri önemli değildi. Ben zaten hiçbir zaman insanların ne dediğini umursayan biri olmamıştım.
Kapıyı kısaca tıklatıp içeri girdiğimde Kurt masanın başında oturuyordu. Diğer grup üyeleri de yerlerindeydi. Tek eksik bendim bu grupta.
Kara gözlerini üzerime dikmiş beni alayla süzen Ares'i gördüğümde umursamaz boş bir bakış attım ona. Masadaki yerime yani Kuzgunun karşısı Kurt'un sol tarafına oturduğumda ortamda derin bir sessizlik hakimdi.
Bakışlarımı hepsinin üzerinde gezdirdim. Neden konuşmadıklarına dair fikirler yürütebilirdim ama fikir bile yürütemeyecek kadar yorgundum. Bedenen değil belki ama zihnim yorulmuştu iblislerimin fısıltılarından.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kadınlar Serisi 2; HAYALET
ActionDüşe Kalka büyür insan. Kimi kanar kimi yanar. Çoğunu annesi sarar. Bazılarının ise yaradır annesi ta derinlerine. Benim annem bana el, bana yabancı. Benim annem kalbimdeki en büyük sancı. Kimsesizliği siz bana sorun. Ya da sormayın. Kelimelerle a...