Karanlık odayı aydınlatan sokak lambasını ve yağmurun odaya bıraktığı gölgeleri izliyordum sessizce. Avuçlarımda bir fincan, fincanın içinde kan kırmızısı sıcak çay. Oda da yanan mumun yaydığı sakin bir hanımeli kokusu hakim.
Düşünmek için sakin bir ortam. Düşünmemek için huzurlu bir an.
Üzerimde iç çamaşırlarım ayağımda pointlerim. Uzun zamandır aradığım huzurlu anı yaşıyordu düşüncelerim.
Bazı şeylere adım adım yaklaştığımı bilmek bir yanda tuhaf bir duygu salıyor içime diğer yanda tüm duygularımı silip götürüyordu.
Peşine düşeceğim ismi belirlemiştim. Ölü bir kadının geçmişini irdeleyecektim. Bir şekilde yolumun Şafak denen o kadın ile kesiştiğini biliyordum.
Şiddetli bir şimşek çaktığında sanki kulağımın dibinde bir bomba patlamış gibi hissettim. İrkilmeden bakışlarımı sakince sokağa çevirdiğimde tüm şehrin ağır ağır karanlığa gömülüşüne şahit oldum.
Yarım açık camdan giren rüzgar usulca yanan mumu dalgalandırdı. Aynı saniyeler içinde evin kapısı çaldı. Sanki ardını görecekmiş gibi kapıya baktığımda yeniden tıklatılan kapıya derin bir nefes alıp ayağa kalktım ve kenarda duran sabahlığımı üzerime geçirip kuşağını sıkıca bağladım.
Kim geldiğini sormadan kapıyı araladığımda karşımda yabancı bir adam vardı. Yüzünde sahici bir tebessüm parlak dişler ve onlardan daha parlak gözler. Benim ölülüğüme inat karşımda yaşayan bir adam vardı.
"Kusura bakmayın rahatsız ettim. Mumunuz var mı acaba. Elektrikler gitti de."
Konuşurken bir yandan da arkasında kalan kapıyı gösteriyordu. Arkasındaki aralık kapıya kısaca göz gezdirip elimle tuttuğum kapıyı bıraktım ve kenara çekildim geçmesi için.
Karanlıkta o beni göremese de ben onu net bir şekilde görüyordum ve bu adamı bir yerlerden tanıyormuşum gibi hissediyordum.
"İçeri gel."
"Rahatsız etmeyeyim."
Gözlerine boş boş bakıp kapıyı kapatmadan büyük odaya ilerledim. Amerikan tarzı mutfak olan odayı oturma odası yerine dans odası yaptığım için aynalar vardı sadece odada. Peşimden gelen adımların varlığını yok sayarak mutfağa doğru ilerlerken adımların odaya girdiğinde kısa bir duraklama yaşadığını duydum.
Yanan bir mumun aynalar sayesinde tüm odayı aydınlatıyordu ve oda ya yaydığı mistik hanımeli kokusu dinginlik katıyordu insana.
"Daha tam olarak taşınmadın herhalde. Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?"
"Taşındım."
Köşe dolabı açıp mumların üzerinde göz gezdirdim. Neden aldığımı bilmediğim kırmızı gül kokulu mumu elime alıp arkamı döndüğümde masanın üstündeki sarma tabağına bakışlarını dikmiş dik dik bakan çocuk ile karşılaştım.
"Yemek istiyorsan alabilirsin."
"Ah! Alırım tabii. İkramı reddetmek ayıp olur değil mi? Vay canına sen mi yaptın bu şeyleri. Aman tanrım çok lezzetliler."
Bir yanda yiyor bir yandan da konuşmaya çalışıyordu. Masanın üzerine mumu koyup ona doğru ittim.
"Bu arada adım Pars senin adın ne?"
"Mehir."
"Pek konuşkan biri değilsin sanırım. Bende sürekli konuşuyorum. Benim ikizim var o da benim gibi çok konuşur ama ben ondan daha muhteşem olduğum için pek farkına varmazsın benim çok konuştuğumun. Bir de mendebur var evde aman bir gör ağzından cımbızla laf alırsın. Bir ketum bir cibiliyetsiz. Görsen dersin kakneme bak diye. Öyle biri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kadınlar Serisi 2; HAYALET
ActionDüşe Kalka büyür insan. Kimi kanar kimi yanar. Çoğunu annesi sarar. Bazılarının ise yaradır annesi ta derinlerine. Benim annem bana el, bana yabancı. Benim annem kalbimdeki en büyük sancı. Kimsesizliği siz bana sorun. Ya da sormayın. Kelimelerle a...