Çırılçıplak dolaşmaktayım karanlık bir ormanda. Üşüyen ruhuma deva değil yangınlar. Can acısında son bulan düşlerimi avuçlayan, yaralarımı kanatan her bir haykırış doğanın bağrından kopup gelen canşikar depremler. Ruhumun kırık sokaklarında adımlarımın izleri kanlı, düşlerimin tahribatı ise elzem bir yakarışta.
Yine depremler, yine sancılar sardı yüreğimi. Kaybettiklerimin acısı, sırtıma saplanan her bir hançerden sızan kan damlası zehirlemekte kara toprağı. Sızlamaz dediğim yaraların sızladığı, kırılmam dediğim yerde kırıldığım, yapmaz dediğimin yaptıkları. Ve bilinmezliğin o beyhude çırpınışları.
Yorgun bir kıpırtı ile aralanan gözlerimi karşılayan aydınlık bir yer. Yumuşak ve beyaz cibinlikli bir yatak. Odada hafif bir hanım eli kokusu. Üzerimde sade beyaz bir elbise.
Çatılan kaşlarım ile doğruldum yataktan. Son yaşananlar gözümün önüne geldiğinde elimi kalbime götürdüm ve atışlarını kontrol ettim. Atıyordu! Yaşıyorum ve nerede olduğumu bilmiyorum.
Cibinliğin tülünü aralayarak indim yüksek yataktan. Klasik tarzda döşenmiş büyük oda sade ve ferah duruyordu. Büyük camlara doğru ilerleyerek perdeyi araladım ve dışarıya göz attım kısaca.
Gözün değdiği her yerde silahlı adamlar. Ara ara yerleştirilmiş yüksek yapıların üzerinde parlayan şeylerden oralarda da keskin nişancılar olduğunu anlamak pek de zor değildi. Bahçenin ilerisi geniş yapraklı sık ağaçlar ile son buluyordu. Gerisi ise sınırsız bir yeşillik sanki.
Temkinli adımlarla odadan çıktığımda geniş bir koridor karşıladı beni. Ev sessizdi. O kadar sessizdi ki sanki bir ben vardım burada.
Kamera olup olmadığını kontrol ettim fakat emin olamıyordum. Teknolojinin gelişmesinin en kötü yanı buydu beklide.
Duvarlar üzerine yerleştirilmiş pahalı olduğu her halinden belli olan tabloların yanından sıyrılıp geçerken içimde emsalsiz bir tedirginlik vardı.
Uzun koridoru aştığımda karşılaştığım merdivenlerden sessizce aşağıya inmeye başladım. Döndüğüm ilk köşede görüş alanıma giren merdivenin sonundaki kapıda dikilen takım elbiseli adamlardı.
Adımlarımı sessiz tutmaya özen göstererek basamakları bitirdiğimde çıtlayan bileğim ile içimden sessiz bir küfür savurdum. Adamların bana dönmesini beklide silah çekmesini beklerken onlar oldukları yerden ve konumlarından milim kıpırdamamıştı.
Nefes aldıklarını görmesem robot olduklarını bile düşüne bilirdim ama hayır yaşıyor ve insanlardı. İçimdeki tedirginlik daha da arttığı için adımlarımın sıklığını arttırdım ve merdivenleri büsbütün inip hole çıktım.
Ev hala çok sessizdi. Ne kimse bana bakıyor, nede benimle bir diyalog kuruyordu. Hayalet olduğumu bilsem de bu derece bir hayalet olmadığımın farkındaydım ve bu da tedirginliğimi bin kat arttırıyordu.
Onlara bir şey yapamayacağımı sanıyorlardı. Benim zararsız olduğumu düşünüyorlardı muhtemelen. Çıplak ayaklarımda olan bakışlarımı iki yana salladım ve salon olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerledim.
Görüş alanıma giren koltuklar ve üzerinde oturan üç adam vardı. İkisinin arkası bana dönük olsada birini yan profilden görebiliyordum.
Yaşlı ama heybetli bedeni elindeki bastonuna yaslanmış gözleri yerde bir noktaya sabitlenmişti. Anlayamıyordum burada ne işim vardı.
Kuru dudaklarımı yalayıp ıslatmaya çalıştım beyhude bir çabayla. Salona inen iki basamağı indim ve önlerine doğru ilerledim. Her bir adımım soğuk tabanda sessiz bir ahenk oluşturuyordu. Önlerine geldiğimde oturan diğer iki kişinin Kuzgun ve Kurt olduğunu gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kadınlar Serisi 2; HAYALET
ActionDüşe Kalka büyür insan. Kimi kanar kimi yanar. Çoğunu annesi sarar. Bazılarının ise yaradır annesi ta derinlerine. Benim annem bana el, bana yabancı. Benim annem kalbimdeki en büyük sancı. Kimsesizliği siz bana sorun. Ya da sormayın. Kelimelerle a...