Kimse bana güneşli günlerin geleceğini vaat etmedi. Bende geceleri fısıldamadım kendime. Çünkü biliyordum ki bazı insanlar için güneş hiç doğmaz.
Benim güneşimi doğduğum an söndürmüşlerdi. Öyle bir suydu ki söndürdükleri ne güneş bir daha yanmaya cesaret edebildi ne de günler güneşli olmak için umut etti.
Benim güneşimi annemle söndürmüş onun bedeni ile toprağa vermişlerdi. İçimdeki iyiliğe olan inanç o gün, o an yok olmuştu. Bundan sebeptir ki iyiliğin varlığına hiç inanmadım. Koşulsuz bir sevgiye de.
Derin bir nefes alıp içeri giren adama baktım. Hayatımda o kadar yoktu ki... Bunu göremeyecek kadar kördü ya da iyi bir yalancı.
Onun için veyahut bir başkası için önemli olmak benim için değersiz küçük bir ayrıntıydı. Dirseklerime kadar kana bulanmıştım. Parmak uçlarımdan iyi ya da kötü olduğunu bilmediğim insanların kanları damlıyor ve yerde bir gölet halini oluşturuyordu. Bu adam o gölün üstündeki sandal olmayı seçmişti ve bilmediği şey kan yavaş yavaş sandalını tüketiyordu.
Yanıma gelip onun eline nazaran küçük olan elimi büyük elleri arasına aldı. Tepki vermedim. Verecek bir tepkim diyecek bir sözüm de yoktu.
Sadece arap saçına dönen olaylar silsilesini düşünüyordum. İçinden çıkamayacağım kadar karışık olan olaylar beni boğmaya başlamıştı ve ben inatla daha fazla dolaştırıyordum.
Attığım her adım çıkmaz sokaklarda son buluyor geri dönüp baktığımda dört duvar arasında olduğumu fark ediyordum.
Sınıfın dışına doğru sürüklenirken arkamdan konuşulan her şeyi duyuyordum. Nasıl bir kız olduğuma dair, ahlaksızlığıma dair. O kadar konuşuyordu ki insanlar bilip bilmeden, sorup sorgulamadan.
Yargısız infazları ile kaç hayatı söndürmüşlerdi acaba. Kaç canı almıştı kelimeleri. Masum olduğunu savunan o insanların tümü o kadar riyakar ve suçlulardı ki, karşılarına çıkıp yüzlerine türkürmek istiyordum bazen.
Kokuşmuş zihniyetlerini sarsarak kendilerine getirmek istiyordum. Kendinize gelin diye çığlıklar atmak istiyordum ama onun yerine hep susuyorum. Çünkü anlamayacaklarını biliyorum.
Yine kendi bildiklerini yapacak, yine kendi düşündüklerini konuşacak ve bilmeden birçok hayat ışığını söndüreceklerdi.
"Mehir."
Yerde olan bakışlarımı kaldırıp Dağhan'a çevirdim. Hissettiğim gibi mi görünüyordum acaba. Ruhunu kaybetmiş boş bir kabuktan ibaret. Duygusuz bir beden gibi. Hislerini yanına almayı unutmuş bir varlık gibi. Sanırım evet, tam olarak hissettiğim gibi görünüyor olmalıyım ki Dağhan'ın gözlerinde o tuhaf endişe kırıntıları dolaşıyor.
"İyi misin?"
Dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı. İğreti bir gülüş oturdu yüzüme. Ben bile yabancısadım o gülüşü. Ağrıyan yanaklarıma aldırmadan cevap verdim Dağhan'a.
"Işığımızı söndürdüler, güneşimizi aldırlar bizden."
Sanki ona tokat atmışım gibi sarsılarak bir adım geri çekildi. Elim hala ellerinin arasındaydı. Bakışlarım aramızda duran ellerimize düştü. Onun gözleri bende benim gözlerim ise onun kemikli büyük ellerindeydi.
Benim ellerimde yer alan nasırlara nazaran onun elleri bakımlıydı. Benim kırık tırnaklarımın yanında onun tırnakları manikürlüydü. O kadar farklıydık ki? Bunu ellerimize bakarak bile rahatlıkla söyleyebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kadınlar Serisi 2; HAYALET
ActionDüşe Kalka büyür insan. Kimi kanar kimi yanar. Çoğunu annesi sarar. Bazılarının ise yaradır annesi ta derinlerine. Benim annem bana el, bana yabancı. Benim annem kalbimdeki en büyük sancı. Kimsesizliği siz bana sorun. Ya da sormayın. Kelimelerle a...