Kapüşonlumun fermuarını sıkıca kapatmış, şapkamı kafama geçirmiştim. Ellerimi ovuşturdum hızlıca. Nefesimle ısıtmaya çalıştım ellerimi. Sonbaharın amansız yalpalayan rüzgârı sertçe kırbaçlıyordu yüzümü adeta. Başımı eğmek zorunda kalmıştım ama rüzgârdan dolayı değildi, ayaklarıma bakarak kavisli yürüyüşlerim. Kirpiklerime doluşan kırık mazilerimin enkazı altında eziliyordu çürümeye yüz tutmuş kırık kalbim. Omuzlarım çökük, nefesim buharlı, pınarlarımdan akıp giden içimi parçalamış ince yaşlar yanaklarımı ıslatıyordu.
Karanlık, tenha ve kayıplara karışan halatını bağlayamamış aydedenin sönük ışığı eşliğinde saatlerce yürümüştüm belki de. Nereye ve nasıl geldiğimin mühimi yoktu. O anda sadece gitmeliydim hatta bacaklarıma biraz daha hız katmalıydım. Dinmiyordu yaşlarım, geçmiyordu kırık hatıralarımın sızısı. Sevdiğim insanlarla arama kalın tuğlalar örülüyor ve sarmaşıklarla kaplanmış bir labirentte kayboluyordum. Yalnızdım aslında, değildim de görünen tarafta.
Ben ben miydim, yüreğime hapsettiğim ilk çisemim aşk mıydı, gelip geçici fırtınanın kuzguni alevleri mi? Etrafımda o kadar insan olmasına rağmen kalabalıklara emanet edilen benliğim kızgın bir sobada çatırdayan kurumuş dallardan ibaretti. İçim yanıyordu, yazdıklarım hatıra defterimden tüm alfabe metinlerince siliniyordu.
Mektuba döktüklerim tüm içtenliğimden kaynaklıydı ancak gözlerin şiddetle ve kınanırcasına bana doğru yönelmesine sebep vermişti. Dedikoducu gözler gitmiyordu aklımdan. Silinmiyordu ezberimden annemin üzgün bakışları. Halbuki geceye sabırsızlıkla ve neşeyle hazırlanmıştık el birliğiyle.
Zümrüt gözlü sevdiğimin maharetli elleri değmişti, sıcak buhar gibi tüten yemeklere. Her şey bir hülyadan ibaretti şimdi, anlık mutluluklarımız heba edilmişti, saklı gerçeklerin kitabında. Gök dökülüyordu, yıldızlar gece saltanatından düşüyordu ve aşk bizi derinden sarsıyordu.
Kalbim kime aitti? Parçaya bölünmüş, delik deşik edilen bir yumaktı sadece. Ne hissetmem gerektiğini bilemiyordum. Zümrütle her sorunu aştığımızda önümüze dağ gibi sorunlar yığılıyordu. Evren bize karşıydı adeta. Güzellik tanrıçası Manolya hep aramızdaydı ve ikiyüzlü kayıp ikizim O'nu delicesine istiyordu. Duygularını bizden daha fazla gizleyemezdi. Beni en çok ürküten durumlardan birisi ise Zeynep'in Manolya'dan daha fazla plancı olup ileriye gidebilme sınırlarını zorlayabilecek olmasıydı.
Cebime tıkıştırdığım telefonla ürpermiştim. Yaşlarım şiddetini artırdı, burnuma konan ve çiseleyen yağmur hızlandı. Sinirle çıkardım telefonu. Emre, annem, Aleyna, Gökşin, Bilge, babam, Taner ağabey, gereksiz Esin bozuntusu... Listem epeyce kabarıktı, bu gece sahnelenen gösterinin baş karakteriydim ne de olsa.
"Rahat bırakın beni!" diye haykırdım lambaların aydınlattığı loş sokaklara.
Kaldırımın kenarına doğru tökezledi ayaklarım, kapaklandım aniden. Üzülmedim düştüğüme, ufak bir çocukken düştüğümüzde kalbimizin değil de kanayan dizlerimizin yarasını ne kadar özlediğimi fark ettim sadece. Doyasıya ağladım, gök gürledi, bulutlar hareketlendi ve kalbimin yarası kabuk bağladı. Loş sokakların lambası yandı ve söndü. Ellerimin üzerinde zorlukla ayaklandım, ağrıyan ve zoklayan bacağıma rağmen koşmaya başladım. Koşarsam geçerdi belki acısı. Dinerdi belki şiddetli, yağmurlu bulutların sızısı. Nefesim tükenirdi, cennet kucaklardı belki de beni.
Düşündüm, düşüncelerimin ipini kaybettim. Dolambaçlı sokaklara saptım, ana caddeden gittikçe uzaklaştım. Bilincim yerindeydi aslında sadece kaybolmak istemiştim. Uzun, dar sapa kalan bir yola girmiştim. Yırtık elbiseler içerisinde dolaşan birkaç insana rast gelmiştim. Kollarımı kavuşturdum huzursuzlukla. Bana sanki yemmişim gibi bakıyorlardı. Yan yana sıralanmış, harabeye benzeyen, damı akan birkaç evin önünden geçmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜN DOĞUMU SERİSİ☆YILDIZ DÖKÜMÜ☆
Novela JuvenilAşka inanmayan genç liseli bir kız. Dağılan bir aile. Ve yeniden evlenen bir baba. Değişik bir kız kardeş. Ailenin çözülemeyen sırları. Ve yeni bir okul, okulun göz bebeği genç ve karizmatik bir erkek. Geçmişten gelen çocukluk arkadaşı. Büyüleyici v...