Sabah uyandığınız andan gece yatana kadar geçen süre içinde sadece iki nedenden dolayı herhangi bir şeyi yaparsınız. İnsanlar bir şeyi ya mecbur oldukları için ya da istedikleri için yaparlar. Eğer birşeyi yapmaya mecbursanız yaparsınız. Yaparsınız ama isteksizce, içerleyerek ve direnerek yaparsınız. İnsan bir şey yapmaya zorlandığında bazen bundan büyük öfke duyar.
Tüm günlerim böyle geçiyor artık. Sabah kalkıyorum eziyet başlıyor akşam yatana kadar. Yatarkende bu sefer bu rahatsız koltukta uyuma eziyeti başlıyor. Ama bunlara katlanmak zorundayım.
Bu sabah erkeklerin işi olduğundan kahvaltı yapmadan erken gitmişlerdi. O yüzden daha az bulaşık vardı. Oh canıma minnetti benim bu durum zaten. Bulaşıkları bitirip sandalyeye oturdum. Mutfakta tek başımaydım. Ki tek başına olmak alışkın olduğum bir durumdu zaten.
Duyduğum sesle başımı kaldırıp kapalı olan mutfak kapısına baktım. Yanlış duydum galiba. Kapı kolu yavaşça ağır şekilde aşağı indi. Bu her kimse eli doluydu galiba çünkü kapıyı açmakta zorlanıyordu. Yine mi bulaşık geliyor acaba diye düşünmeden edemedim.Kapı yavaşça açıldığında kimseyi göremedim ama bir anda kapıda 5 yaşlarında çok sevimli bir kız çocuğu belirdi. Kapıda durmuş önce mutfağı kontrol etti ardında beni görünce öylece bana bakmaya başladı. Galiba işini bozmuştum mutfakta bulunarak. Ben de ona bakıp gülümsemeye başladım.
"Ayy, sen çok tatlısın ya. Yerim ben seni. Gel bakalım benim yanıma" dediğimde hiç kıpırdamadan olduğu yerde durup bana bakmaya devam etti. Baktım o gelmiyor ben kalktım ve onun yanına gidip diz çökerek aynı seviyeye geldik.
"Merhaba güzel kız. Benim adın Tuğra. Senin adın ne?" diye sorduğumda cevap vermeden öylece duruyordu. Allah Allah acaba kimin çocuğuydu? Yardımcılardan birinin mi? Yoksa aileden birinin miydi? Gözlerini benden başka yöne çevirdiğinde ben de baktığı yöne baktım. Masa da duran çilek reçeli kavanozuna bakıyordu.
"Hımm birilerinin canı reçel çekmiş galiba. Gel bakalım biraz birşeyler yiyelim" deyip elinden tuttum ve masanın yanına getirip sandalyeye oturttum. Bir parça ekmeğin üzerine reçel sürüp ona uzattım. Almak için elini uzatınca hemen "hoppala, yakalayamadın" deyip geri çekince önce şaşkın halde bana baktı sonra yüzünde hafif bir gülümseme oldu.
"İşte böyle gül be güzelim. Sana gülmeler çok yakışıyormuş işte" deyip ekmeyi ağzına uzattım. Bir parça ısırıp çiğnemeye başladı. Diğer taraftan da merakla bana bakıyordu ve yüzümü inceliyordu. Reçelli ekmeği bitirince bir bardak meyve suyu da içirdim. "Evett, meyve suyumuz da bittiğine göre şimdi başka birşey ister misin?" diye sorduğumda başını olumsuz anlamda sağa sola doğru sallayıp sandalyeden yavaşça indi ve kapıya kadar yürüdü, tam kapının eşiğinde durup bana döndü ve el sallayıp çıktı mutfaktan. Ben de tekrar önüme döndüm.
"Bakıyorum da bitirebilmişsin sonunda birkaç parça bulaşığı." Biraz önce ağzına kadar dolu olan mutfak tezgahına bir göz attım. "Şimdi beni takip et" deyip çıktı mutfaktan Sultan cadısı. Ben de oflayarak çıktım arkasından. Ayaklarımı yere sürterek gidiyordum resmen yorgunluktan.
Avluya geldiğimde birkaç kadının sedirler de oturup sohbet ettiklerini gördüm. Galiba ilk geldiğim sabah bu kadınları kahvaltı masasında da görmüştüm. "Haydi ayakta uyuma da beni takip et" deyince hızlandım. Sağa dönüp çimlerin olduğu yere girdik. Biraz daha ilerleyince bir kulübe gördüm. Ne işimiz vardı bu kulübe de acaba? Hii, Sultan hanım sonunda beni öldürmeye karar verdi anlaşılan. Kimse bulmasın diye de bu kulübeye gömecek galiba.
Önden o girdi ardından ben tereddüt ederek girdim. İçeri girmemle öksürmeye başlamam bir oldu. Bu nasıl bir tozdu böyle Allah'ım ya. Etraf tozdan dumandan görünmüyordu. Niye temizlemiyorlardı bunlar bu kulübeyi? Bizim ne işimiz vardı burda? Aklımda deli sorular işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Planlı Berdel
General FictionBu bir berdel hikayesi ama aslında tam da berdel hikayesi değil. Şöyle ki en basit açıklaması berdeli araç olarak kullanıp amacına ulaşmak olarak tanımlayabiliriz bu hikayemizi. Klasik berdel hikayelerinden sıkılanlar için veya yeni konular arayanla...