Bölüm-20

908 57 14
                                    

Eyşan bana sinirle bakıp "Burda ne işin var diye sordum sana?"

    "Ben lavaboya gidiyordum-" dediğimde lafımı kesip
"Burası lavabo değil gördüğün gibi"
"Evet, zaten yanlışlıkla buraya girdim"

   "Buranın kapısı tuvalet kapısına mı benziyor?"

    "Fark etmedim kapıyı. Biraz karanlıktı koridor çünkü" dediğimde gözleri yüzümde dolaştı bir süre

   "Ee odaya girdin, gördün ve tuvalet olmadığını fark edince niye çıkmadın?" Ee yuh ama ya ahiret sorgusuna mı çekiyorsun kızım sen? Başımı kaldırıp önünde durduğum kitaplara baktım.

   " Kitaplar ilgimi çekti biraz bakmak istedim"

    "Tuvalet için gelipte kitaplara bakan birini de ilk defa görüyorum. Tamam gel benimle de sana tuvaletin yerini göstereyim. Bir daha yanlış girme" deyip arkasını dönünce anında bilgisayarı kapatıp, flashı geri aldım ve cebime attım. Eyşan arkasını dönüp şüpheyle bana bakınca ona sadece sırıttım.

     Bana lavaboyu gösterdikten sonra aşağı indi o. Lavabodan çıktıktan sonra aşağı inerken o sırada da telefondaki tüm bilgileri gerekli yerlere gönderip, hafızadan sildim. Flash belleği de kapıdaki dilenciyle gönderirim artık.

    İçeri girdiğimde herkes ayaklanmıştı bile. İyi bari beklediğimden daha erken kalkıyorduk. Arabalara binip konağa geldiğimiz de kapıdaki dilenciyle gözgöze geldim. Ve başımla "harekete geç" işareti verdim. İşaretimle ayağa kalkıp yanımıza geldi. O gelene kadar ben ve Murat kalmıştık sadece. Diğerleri içeri girmiştiler bile

   -"Allah rızası için bir sadaka beyim" deyince Murat adama bakıp, ona para verdi. Dilenci Murat'dan sonra bana gelince Murat adama bakıp

    "Verdik ya kardeşim işte. Niye herkesten istiyorsun?"

    "Tamam önemli değil Murat Ağa. Bende var, ben de veririm sevaptır ne de olsa" deyip çantanın içinde paranın içine sardığım flash belleği ona uzattım. Aynı anda Murat bakıyor mu diye onu kontrol ettim. Dilenci de başını olumlu anlamda çaktırmadan sallayıp uzaklaştı. Benim gördüğüm tüm o bilgiler görevimin bitmesi için yeterliydi artık. Yani artık sonuna gelmiştim bu evlilik oyununun. Demek ki elveda deme zamanıydı yavaş yavaş.

    Konaktan içeri girdiğimde herkesin bahçeye geçtiğini gördüm. Mutfağa geçip kahveleri yaptıktan sonra bahçeye geçtim ben de. Elimde kahve gören Yusuf Ağa gülümseyerek "hay yaşa sen gelin. Bu benim kardeşimin kızları iyiler hoşlar ama kahve yapmayı bir türlü öğrenemediler. Senin kahvene hasret kaldım resmen" vay be *sen konağın hizmetlilerinden bile daha değersizsinden* yaşa geline terfi etmişiz, helal!

   "Aman baba, alt tarafı bir kahve. Ne abarttın ne abarttın"
"Ömer, Kafana fincanı fırlatınca görürsün abartmayı, camış"

    "Baba, ayıp oluyor ama camış falan. Böyle genç ve güzel bir kızın yanında söylenir mi?" diye kucağında bebeğiyle oynayan Ceren'i gösterdi.

   "Ben en iyisi Ceren'i götürüp uyutayım" dedim gülümseyerek. Murat kolumu tutup

    "Otur otur, bırak bu camışın kucağında uyusun rahat rahat" deyince herkes gülmeye başladı Ömer dışında.

   "Hayır benim korkum lakabım olarak kalacak bu camış kelimesi"

   "Anne camış ne demek?" dediğinde erkekler kahkaha atarak gülmeye başladılar.

    "Yenge aman ha, Ceren'in diline düşmek istemiyorum yakma başımı"

   "Üzgünüm Ömer, ben kızıma yalan söyleyemem. Camış eşeğin yavrusu demek kızım"

Planlı BerdelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin