230719
Üniversitenin ilk yılı alışma süreciyle geçer.
Yeni bir yurt ya da tutulan o ufak apartman dairesi. Despot yurt müdürü ya da huysuz ev kiracısı. Masraflar. Para sıkıntısı.
Benim sadece başım dönerek geçirdiğim ilk dönemin 3 ayı yurtta geçmişti. Bir şekilde, kalabalığa dayanamadığımı aileme anlattığımda bana okula yakın bir öğrenci apartmanının 3. katından küçük bir daire tuttular. Sanırım notlarımın onları tatmin etmesi yardımcı olmuştu.
Sadece biraz yalnızlık ve sessizlikti amacım.
Kapının çaldığını duyduğum an irkildim. Çalışma masasında eğilerek oturduğum için saçlarım gözlerimi kapatmıştı. Hızla elimle siyah tutamları kulağımın arkasına atarak ayaklandım.
Sadece çalışma masası, giysi dolabı ve yatağımın olduğu küçük odada bir kaç adımda çıkıp koridoru arşınlayarak çelik kapıyı araladığımda karşımda küt saçlı, şaşkın bakışlı Heeyoung vardı.
Beni gördüğü an kısaca gülümsedi ama üzerindeki endişeyi sezmiştim. Sadece kaşlarımı çatarak ona baktım.
Yaklaşıp bana sarıldı. Yoğun bir çilek özü kokuyordu.
"Heeyoung ne yapıyorsun burada? Senin ailenin şehrine gitmiş olman gerekmiyor muydu?" Diye sorduğumda omzumun arkasından içeri tuhaf bakışlar atıyordu.
"Sevgili, benim tatlı Renee'm. Seoul'den ayrılmadan önce alışveriş tutkumu yeniden hissetmiş olabilirim. Şimdi bana izin verirsen burada unuttuğum bir şeyi almaya geldim."
Yanımdan içeri girdiğinde ona hala şaşkınca bakıyordum. Bana bakmıyordu ve bu beni daha da endişelendiriyordu.
Şaşkın durgun bakışlarıyla koridorda ilerleyip mutfağa girdiğinde kapıyı kapatıp arkasından ilerledim.
"Eğer neyi unuttuğunu söylersen sana getirebilirdim. Neden vaktini harcıyorsun ki?"
Dediklerime kulak asmadı ve etrafa bakınmaya devam etti. Mutfağa girmiş, tezgahın arkasına bakıyordu. "Heeyoung-ah neyi arıyorsun sorabilir miyim?"
"Aslında buraya saklamıştım ama kaçmış. Nereye kaçtı? Sabah buradan çıkmadan buraya saklamıştım. " benimle değil de kendi kendine konuşuyordu daha çok. Tezgahı dolanıp balkon kapısına eğilip baktı. Sonra aradığını orada da bulamamış olacak ki tekrar tezgahın altına eğilerek baktı.
"Heeyoung, evime ne saklamış olabilirsin? Hareket edecek? Yer değiştirecek ne olabilir? Evcil bir hayvanın olmadığını biliyorum..."
"Mark'ı sakladım. Kaçmış. Yok. Odanda mı acaba?"
"Para biriminin kaçabileceğini bilmiyordum. Heeyoung. Alman para birimini ne yapıyorsun?"
Olduğu yerde duraksadı.
Küçük ama göz bebeklerinin büyük olduğu gözleri, yüzümde dolaştı.
Bir anda şaşkın yüzünün yerini esaslı bir gülüş aldığında ona anlamayarak baktım.
"Gerçekten... Renee, mark? Para birimi mi sandın? Bir dakika gerçekliğini sorguluyorum..."
"Evime para saklamadıysan mark isminde ne sakladın Heeyoung?"
"Erkek kardeşimi. Gerçi üvey ama... her neyse konumuz bu değil. Onu sabah saklanabilmesi için buraya getirdim. Ama burada değil. Onu gördün mü?"
Olduğum yerde kalakaldım.
Bir insan evimde miydi?
Onun üvey kardeşinin olduğunu bilmiyordum. Aslına bakılırsa sadece 1 dönemden beri tanıyordum. Onu tam olarak tanımıyorum bile.
"Evime bir insan mı sakladın Heeyoung?"
Kafasını sallarken koridora yönelmişti. "Onu bulmam gerek. Onu burada da bulabilirler çünkü. Kendinden büyük işlere karış..." sesi git gide uzaklaştı ve odam olduğunu tahmin ettiğim kapıyı açtığında çıkan sesle duraksadığım yerden hareketlenip hızla odama gittim.
Oradalardı.
Siyah saçlı, beyaz tenli orta boylarda ama benden uzun bir çocuk ve karşısında ona kızan Heeyoung.
Çocuk bir ara dalgın bakışlarını bana çevirdi ama sonra ona söylenen Heeyoung'a döndü.
"Sadece bir kaç saat o tezgahın altında kalacaktın. Alışık değil misin sen böyle ufak deliklerde takılmaya zaten duramadın mı yerinde. Geç çabuk gidiyoruz eve. Kim bilir izlemişsindir de bu kızı?"
Bir an ikisinin de bakışları, kapının önünde duraklamış bana döndü.
Neler yaptığımı sorguladım.
Sabah Heeyoung anahtarıyla eve girdiğinde ben duştaydım.
Harika.
Ben duştan çıkmadan gitmişti ve böylelikle o Mark dediği kardeşi her neredeyse beni görmüştü.
Odamda nereye saklanmıştı?
Donan bakışlarımı fark ettiğinde dudağının kenarı kıvrıldı.
"Seni... seni sapık. Heeyoung inanamıyorum bunu evime nasıl saklarsın ben sabah duştan çıktım. Odamda giyindim."
"Ne?" Heeyoung hızla Mark'a döndü. "Bu doğru mu izledin mi yoksa onu? Inanamıyorum. Ama sana artık inanılmayacak şeyler yapmıyorsun Mark Lee."
Ona tam olarak hitap ettiğinde kaşlarım çatıldı.
Kaşları alayla havalandığında tırnaklarımı bacağıma geçirmiştim. "O arada mutfak tezgahının altındaydım. Ne kadar düşüncesizsiniz. Beni tezgahın altına koyuyorsun sonra onu izleyip izlemediğimi soruyorsun. Bu arada giysi dolabın iğrenç kokuyor. Kim parfüm boşaltır ki dolabına?" Çocuksu sesine gözlerimi devirdim.
Öyle bir şey yapmadığıma emindim. Atıyordu. Ayrıca giysi dolabıma nasıl sığmıştı?
Benden küçük müydü?
Koyu gri bol bir kazak ve siyah kot vardı üzerinde. Çok olmasa da ufak görünüyordu.
"Özür dile Mark. Renee'den özür dile."
"Ne? Ben hiçbir şey yapmadım."
"Özür falan istemiyorum. Sadece evimden gitsin yeter." Dediğim an hızla yanımdan geçip gitti.
Hızla.
Beklemeden.
Heeyoung bana özür dileyen bakışlar atarken ona bir şey yok gibi göz kırptım.
O da onun arkasından çıkıp gitti.
Ne yaparsam yapayım yalnızlık ve huzura ulaşamıyorum. Bir yerden çıkıp geliyordu gelecek olan karmaşa.
© kayipdoktor | 2019
