Ona kapıyı kapatmak zor gelmişti.
Çünkü o gittikten sonra hemen akşam olacaktı ve ait olmadığımı bildiğim bir yere yine gidecektim. Tabi ki de bu yola çoktan girmiştim ve geri dönmeye kalksam soyut bir duvara toslayacağımdan da haberdardım. Devlet sırrı gibi şeyler öğrenmiştim ama tabi bunları içimde tutmak da zor değildi.
Nasıl olsa hayatım boyunca pek arkadaşım olmamıştı ki sır tutmak için fırsatım olsun.
Küçüklüğümden bir anı beliriveriyordu kafamda. Benim yaşlarımda bir kızla arkadaş olduğumu hatırlıyordum. Sürekli küsüyorduk ama sonraki sabah sokağa çıktığımızda yine oyuna dalıyorduk.
En son küsüp de mi büyümüştük ve bu hale gelmiştik? Hatırlayamıyordum. Belki de gerçek değildi. O kadar masum bir arkadaşlığa ancak rüyalarımda sahip olabilirdim zaten.
Mutfağa dönüp masayı topladıktan sonra her şey yerli yerine oturana kadar dolaplara yerleştirdim. Mark bugün Jongin'in de işi olduğunu ve imha yapmayacağımızı söylemişti. Aslında yorgun olmam gerekirdi ama değildim. Genelde Pazar günleri olduğunda kütüphanede geçen bir haftayla yorgunluktan kıçımı devirip bütün gün film izlerdim, kitap okur ve uyurdum ama bugün, bu Pazar işler öyle değildi.
Kafam karışıktı. Karmaşayı az da olsa çözmüştü Mark. Çünkü en azından ne işler peşinde olduklarının farkındaydım. Onun hikayesini henüz çözemesem de bazı şeyler çözülmüştü en azından. Şimdilik bununla yürümeye devam edebilirdim diye düşünüyordum. Sonuçta ilk baştaki kararsızlığım kalmamıştı.
Masanın üzerinde bıraktığı kolyeye baktım.
Neden bu kadar anlam yüklü bir hediyeyle gelmişti bana? O kadar da anlamlı değildim ki ona?
Sadece onlar için çalıştığımın karşılığı gibi bir şeydi. Henüz bir gün çalışmış olsam da. Cömertlerdi. Gerçi benden önce de çalıştıkları insanlar varmış. Ne fark ederdi ki? Ben de onlar için sıradan bir ortaktım. Mark daha önce ortaklarıyla damsız alınmıyor diye kulüplere çağırmıştı belki, kim bilir?
Öğle vaktini geçerken evi tamamen süpürüp camları silmiştim. Daire ufak olduğundan çabuk bitmişti ama kumandanın tuşları dahil silinecek ince yerler aklıma düştüğünde duramamıştım. Televizyon ünitesinin arkasını bile silmiştim. En son halıları bile yıkamak gelmişti içimden ama son anda durup saate baktığımda akşamüzeri 6'ya geldiğini görüp duşa atmıştım kendimi.
Ilık suyun altında iyice rahatladıktan ve kirimi akıttıktan sonra odama gidip bornozumla masanın önündeki sandalyeme oturmuştum. Yine de deja vu ya engel olamıyordum. O gün dolabımda kim bilir nasıl gizlenmişti? Bilemiyordum.
Siyah saçlarımı tarayıp kuruturken vakit harcamıştım. Çünkü aynada sürekli rastladığım gözler bana bir şeyler soruyordu.
Nereye gidiyorsun?
Nereye aitsin?
Ne istiyorsun?
Hepsinin cevapsız kalacağından haberi vardı içimdekinin. Ama yine de susmak bilmiyordu işte. Buna ben bile engel olamıyordum, ona bu kadar kızarken.
Bu defa yüzüme kendi cilt tonumdaki fondötenden ince bir tabaka sürüp yanaklarımı pembeleştirmiştim. Genel olarak yüzümde pek renge rastlanmadığı için sırf normal olmam gerektiğinden sürmüştüm. Kirpiklerimi kıvırıp rimelle hacimlendirdim ve sıra dudaklarıma geldiğinde mat kırmızı ruju sürdüm.
