Lana Del Rey, Change. 💔
-
"Bir şeyin mi var senin?"
"Ne alakası var ya?" Diye söylendim.
"Bu yüzden mi dudağın kanıyor?"
Elimi dudağımdan çektiğimde parmak uçlarımdaki kan damlalarını gördüğüm gibi söylenip peçete alarak dudaklarıma bastırdım.
"Neyin var senin?" Chaeyoung elindeki bitki çayını yudumlarken sandalyemde rahatsızca kımıldandım.
Balkon ışığını açmamıştım. Yüzümdeki bozarmayı görmeyip dudağımın kanamasını görmesi şaşırtmıştı. "Bir şey yok."
"Kesin bir şey yoktur zaten. Elinde ne var senin?" Merakla sorduğu sorusuna karşılık kollarımı göğsümde toplayıp dudaklarımı ıslatırken metalik tat dilimi uyuşturdu.
"Bir şey yok."
Ofladı. "Başka laf bilmiyorsun."
Omuz silktim sadece. O da sandalyesinde sırtına yaslanıp telefonuna bakarak ona hazırladığım bitki çayını yudumlamaya devam etti.
Mina mutfağı terk ettikten birkaç saat sonra hep birlikte dönmüştük. Heeyoung kendi evine, Chae de benimle birlikte gelmişti. Sanırım Kook ile aralarında bir tartışma çıkmıştı.
Mina ile iletişimini kesmemişti.
Benim için bir hayalete dönüşmüşken, Mina için bir alfabe; pusula olmuştu. Belki sırdaştılar. Birbirlerine kendilerini anlatmışlardı. Ya da belki bana anlattığı şeyleri de anlatmıştı. Belki de hepsi yalandı. Ona doğruları anlatmıştı.
Ona doğru mu olmuştu?
Ama neden bana yanlıştı?
Kalbimdeki ezilmeye karşılık derin bir nefes alarak gözlerimi sıkıca kapattım. Bir şey yoktu. Neden bu kadar düşünüyordum. Ona bir zamanlar yardım etmiştim ve artık bitmişti. Kafamdaki durmak bilmeyen düşünceleri bir an önce susturmalıydım.
Her zamanki gibi bir yolunu bulamasam da.
"Oha."
Gözlerimi hızla açıp Chae'nin telefonun ışığıyla aydınlanmış şaşkın suratına baktım. "Ne oldu?"
Bana çevirdi fal taşı gibi açılmış gözlerini. "Şuna bak." Telefonu hızla bana çevirdiği an görüş açıma giren görüntüyü hemen algılayamadım.
Ama zihnime tazelik, aynı zamanda da deprem çağrısı veren fotoğrafta bir motor vardı.
"Demek kendini teselli etmek için aldı." Dedi Chae. Onu anlamayıp kaşlarımı çatarken, "Ne tesellisi?" Diye sordum hızla.
Telefonu çekip dudak büktü. "Seçmeleri kazanamamış. Fakülteye döndü."
Kazanamamıştı.
O mu kazanamamıştı?
Gerçi henüz duymamıştım bile sesinin tonunu.
Neredeydi ki şimdi?
Ama biliyordum. Herhangi bir sokak arasında ona tesadüfen rastlayabileceğimi düşünürken, o bu hatayı hesaplayabiliyordu.
Çünkü neredeyse bir aydır onu görmemiştim.
Heeyoung'un üvey kardeşi olup, Heeyoung'un ondan bahsetmemesi benim açımdan iyiydi. Bir aydır kimse adını anmamıştı. Kimse o geceyi bilmiyordu zaten. Herkes partideyken vedalaşmıştık. Saçma sapan bir şekilde.
Ama neden yüzüme bakıp hafızasına kaydetmeye çalışmıştı yüzümü? Neden anlatmıştı bana her şeyi? Kazağını... onu nasıl verebilmişti.
Yalandı işte.
Kendisi de demişti en sonunda. Onun yalancı olduğunu unutmamalıydım.
Gelmeyeceğim dediğinde de...
"Ben gidiyorum. Yarın tatil falan ama daha fazla uykusuzluğa dayanamayacağım." Chae ayaklanırken onun peşinden balkonu terk edip dış kapıya kadar uğurladım.
Çantasını sırtına takıp ayakkabılarını giydikten sonra bana kısaca sarıldı. "Görüşürüz. Kendini eve kapatma dönemlerin başlamaması dileğiyle." Diyerek güldü, ben de kafamı sallayarak sırıttım.
Kapıdan çıkıp merdivenleri inerken ardından baktım. Gözlerim dalıyordu. Dün gece geç uyuduğumdan ve sabah erken uyandığımdan gözlerim neredeyse kapanıp gidecekti.
Dış kapıyı kapatmadan önce gözlerim oraya gitti.
Buradan görünebilen üst katın kapısına. Kimse almamıştı o daireyi, hala boştu. Bomboştu. Avucumu açıp anahtara baktım.
Deneyecek miydim?
Bu anı beklemiyor muydum?
Kapıyı aralık bırakıp merdivenleri çıkarak kapının önünde duraksadım. Anahtarı kilide yerleştirirken kalbim gereksiz bir şekilde ağzımda atmaya, sırtımdan aşağı da soğuk terler akmaya başlamıştı.
Daha fazla bekleyemeyip kilide oturan anahtarı çevirip kapıyı açtığımda kulaklarım uğulduyordu.
İlk adımı korkuyla attım. Ikincisinde mideme kramplar girmişti. Diğer adımlarda, benimkine benzeyen dairenin koridorunun yarısını arşınlamıştım.
Işığı kapalı, sadece sokak lambasıyla aydınlanan salonun girişinden kendimi içeri attığımda kalbimdeki hız, midemdeki kramp ve kulaklarımdaki uğuldama durmuştu.
Daha güçlü bir duyu vardı.
Sadece kara gözleri parlıyordu.
"Hoş geldin."
💔