290719
"Tam olarak ne yapacağım?"
"Onuncu kez anlatıyorum Renee. Bana uyacaksın." Diye yanıtladı Jongin yine.
Sıkıntıyla ofladım. "Mark neden gitti? Burada niye kalmadı."
Elindeki işini bırakıp bana döndü. Duraksayarak baktı. "Ciddi misin sen? Bir gün ameliyata girdiğinde şu aklına gelsin. Ama bak intern ya da asistanken değil bayağı bayağı uzmanlığı aldığında. Ameliyatın ortasında durup annem neden içeriye gelemez diyecek misin?"
Ona abartıyla gözlerimi devirdim.
"Emin ol. Emin ol öyle biri değilim. Ayrıca öyle triplerim olsa neden baştan seçeyim mesleği? Ayrıca senin mesleğin ne?"
"Kimya okudum ben. Ama bıraktım."
"Neden?"
"Devam edecek misin? Bunların bu gece imha edilmesi gerekiyor da."
Derin bir nefes alıp ayağa kalktım koltuktan. "Maskeler nerede?"
"Önünde?"
Tezgaha baktım. "Bunlar normal maske. Koruyucu maske gerek. Beyaz filtreli olanlardan. Devasa büyüklerden bahsetmiyorum şu-"
"Başka maske yok." Dedi bana dönüp.
"O zaman ben de yokum. Saçmalığa bak. Akciğer kanseri mi olmak istiyorsun?"
Güldü. "Öyle akciğer kanseri mi olacaksın. Saçmalamayı kes."
"Dalga geçmiyorum. Oradaki tozları ayrıştırırken ya da imha ederken solursan eğer ciğerlerin-"
"Bunları dinlemek istemiyorum. Yoksan bu işte Mark'a söyle ilgilensin. Mark deyip duruyorsun."
Cidden dalga geçiyor olmalıydı.
Cidden.
Hırsla yürüyüp kapıyı açarak arkamdan sertçe kapattım.
Yapacağım iş bu muydu?
Hayatımın macerası bu muydu?
Koridorda ilerleyip az önceki girdiğimiz odaya girip içeri bakındım. Bilgisayarlardan bana dönen bakışların arasından onu bulmaya çalıştım.
"Renee?"
Sesini duydum ve koltuğun kenarında otururken ayağa kalkıp bana doğru yürüdü. "Bir sorun mu var?"
"Laboratuvar kurmuşsunuz ama içini bilen biri doldurmamış. Dalga geçiyorsunuz değil mi benimle? Koruyucu maske yok. Filtreli olanlardan. O devasa olanlardan değil. Onlardan bahsetmiyorum. Şu normal koruyucu olanlardan. Neden yok. Akciğer kanseri olabiliriz. Ben ölmek istemiyorum. Yani ölmeden önce sürünmek istemiyorum. Öleceksem bir anda olsun. Ama kanser olmak istemiyorum anladın mı?"
Bir kaç mırıltı duydum arkadan.
Ama Mark'ın yüzünde mimik oynamadı. Öylece bana baktı. Iki gözüm arasında volta attı gözleri.
"Anladım. Ölme zaten. Niye ölüyorsun ki? Niye biri ölüyor ki? Niye ölmekten bahsediliyor şu anda? Jongin hyung mu söyledi ha?"
Yanımdan sıyrılıp koridora geçti ve ona dönüp baktığımda oraya doğru ilerlediğini gördüm.
Bu tepkiyi beklememiştim.
Onun arkasından odaya girdiğimde kapının önünde durmuştu. "Sen mi dedin?"
"Maske falan yok dedim."
"Ölecek mi dedin biri? Kim aklına soktu bu kızın ölümü?"
Bir an afalladım.
Ciddi bir şekilde bunu sorması...
Nedendi ki?
Jongin duraksadı. Cevap verecek sandım çünkü Mark ona bağırmıştı. Sadece duraksadı ve bir şey anlamış gibi ellerindeki eldivenleri çıkarıp attı. Ona yaklaşırken ne yapacağını izliyordum. Bir adım önünde durdu.
"Sakin ol. Git hava al biraz. Yine düşünmeye başladın. Düşünme çocuk."
Sadece bunları söyledi.
Mark anında geriye dönüp, yine yanımdan geçerek koridora gitti.
Jongin'in suratına öylece bakakalmıştım. Hiçbir şey olmamış gibi arkasına dönüp tezgaha ilerledi.
Hareketlenip düşüncelerin ağırlığıyla ve soru işaretleriyle dönüp onun peşinden gittim. Yine o odaya gidiyordu. Dışarı çıkacağını anlamıştım.
Beyaz saçlı çocuğu takmadan kapının kilidini açıp çıktı. Ona uyarak bakışlar attığım kalkacak gibiyken geri yerine oturdu.
Merdivenlerden gürültüyle indi.
Motorunun yanında geldiğinde kaskını eline aldı. Onun hemen bir kaç adım gerisindeyken bana bakmasını sağladım.
Kafamı eğip ona baktım.
Yüzü donmuştu. Bir ifade aradım. Kaşlarını çatmasını bekledim.
"İçeri geç Renee. Geleceğim."
Bir şey söylememi beklemedi. Gerçi ne söyleyebilirdim ki bir şey anlayamazken?
Motoru çalıştırıp ara sokaktan giderken, yerimi anlamıştım.
Gözden kaybolana kadar onu izlerken de, onun işlerine karışsam da aklına karışamayacak kadar uzak olduğumu hissetmiştim.
