Mark: günaydın
.
Mark: uyandın mı?
.
Mark: dengeni bir türlü anlayamadım
.
Bildirim panelinden gördüğüm mesajların ardından güç tuşuna basıp telefonu yatağa fırlattım.
Odanın ortasında volta atıyordum.
Onunla konuşmak istemiyordum. Sanki çekinmek gibiydi ama ne dersem diyeyim boşuna olacaktı. Ne diyeceğimi bile bilmiyordum henüz.
Neredeydim şimdi tam olarak?
Ona bir adımlık mesafede mi yoksa bir ışık yılı uzaklıkta mı?
Etrafta fazla uyaran vardı.
Sanki etlerim iğneleniyordu ben aklımda onu dolandırdıkça. Üstelik yağmur yağıyordu ve bu da onu hatırlatıyordu artık. Tüm gün evden, odamdan hatta yatağımdan çıkmama isteği bastırılabilecek gibi değildi.
Güvende hissetmiyordum.
Evde hissetmiyordum.
Bileğimdeki tokayla siyah saçlarımı tepeden topuz yaptım. Ellerimle yüzümü ovuştururken banyoya girip elimi yüzümü yıkayarak kendime gelmeye çalıştım. Uyanalı bir saate yakın oluyordu ama odadan çıkmamıştım.
Telefonu odamdan alıp salona geçerek balkona çıktım.
Burada hep duran masa ve sandalyem vardı ama ıslanmamıştı. Sandalyeyi çekip oturarak dışarı göz attım.
Bulutlar griydi, hava kapalıydı ve yağmur atıştırıyordu. Arabalar hızla aşağıdaki sokaktan geçerlerken kaldırımdaki sadece şemsiyelerini görebildiğim insanlar da hızlı adımlarla ilerliyorlardı.
Her şey hızla devam ediyordu.
Aklımdaki düşüncelerin de hızı onlara eşlik ediyordu. Ama kalbim, durmak istiyor gibiydi artık. Yorulmuş muydu? Evet. Buna o hakkı tanıyacak mıydım? Hayır. Peki kendime bir hak tanımış mıydım? Hayır.
Her şey netken, aklım nasıl bu kadar bulanık olabiliyordu ki?
Dışarıda bir şeyler dönüyordu. Mark ve arkadaşları bir şeylerin peşindeydi, Chae ve erkek arkadaşı birbirleriyle ilgileniyorlardı, annem kedim sincapla, Bay Kim ise yasa dışı işlerle uğraşıyordu...
Ben ne yapıyordum?
Benim uğraştığım şey neydi?
Aptal bir doktor olmak mı? Evet, sanırım kafamı oyalayan tek şey buydu. Isteğim ve uğraşım denildiğinde aklıma bu geliyordu.
Böyle mi olmalıydı?
Telefon avcumdayken tekrar bildirim sesi duydum.
Mark: yine de bir şey eksik
Mark: seni iç çamaşırınla gördüğümü söyledim ama sandığım gibi utanmadın bile
Mark: laboratuvarı ve işleri öğrendiğinde de o kadar şaşırmadın
Mark: içinde bunları bastıran başka şeyler var
Mark: benim merak ettiğim şey de bu Renee
Renee: deja-vu?
Renee: sadece görmezden gelemez misin Mark?
Mark: misilleme yapacağını tahmin etmeliydim
Mark: niye şaşırıyorsam
Mark: cevap vermeyebilirsin
Renee: beni merak etme Mark
Mark: hepsini sıralayacaksın değil mi?
Mark: bu anı bekledin değil mi?
Renee: öyle bir şey yapmadım
Renee: sadece uygundu ve aklıma gelince söyledim işte
Mark: tamam inandım
Mark: gelecek misin buraya?
Renee: kütüphanede mesaim var
Mark: orada çalışmaya devam etmen gerek
Mark: ama bize yardım edebilmen için de akşamları seni alırım?
Renee: emin değilim
Mark: nasıl emin değilsin
Renee: sizinle çalışmaya devam etmek konusunda
Mark: neden
Renee: filtreli maskeniz bile yok
Mark: sabah onlardan aldım ben çoktan
Mark: laboratuvarda ne eksikse listesini çıkarırsan alabilirim
Mark: Jongin hyung la istersen iletişim de kurmazsın
Renee: neden bu kadar uğraşıyorsun
Renee: Jongin hyung un kimya okumuş neden o tek başına halledemiyor?
Mark: tek başına kısa sürede işleri bitiremez bir ortağa ihtiyacı var ve bu aralar güvenebildiğimiz kimse yoktu
Renee: tamam biliyorum bundan sonrasını bana güvendiniz
Renee: yalnızdım kendi halimdeydim falan filan
Renee: ama yine de bir şey eksik Mark
Mark: ne eksik hala
Mark: maske aldık ya
Renee: bu problem çözemeyeceğim kadar karmaşıklaşacak diye korkuyorum
Mark: denklem kurarsın
Mark: o zaman toparlanır bütün karmaşa
Renee: matematikten nefret ediyorum
Mark: ama tıp kazanmışsın?
Renee: ama tıp seviyorum
Mark: pekala
Mark: akşam geldiğimde mesaj atarım
Renee: yapabileceğim başka bir şey yok
Renee: akşam görüşürüz.
✔✔(11:30)