4.3

995 120 23
                                    

Titreşimi ve gıcık melodisiyle kafamı bulandıran telefona gözlerimi açamadan elimle aramaya başladım.

Elimi yastığın altına soktuğumda alıp açarak kulağıma yasladım.

"Evet?"

"Ben aramasam arayacağın yok. Günaydın kızım. Gerçi yine saat 12'ye yaklaşıyor."

Gözlerimi anında açıp bulanık görüntümü odaklamak adına birkaç kez kırptım. "Günaydın anne. Bu aralar fazla mesai yapıyorum da."

Fazla mesai? Kütüphane çalışanı olarak?

Pekala.

Annemin telefonun diğer ucunda kıkırdadığını duyduğumda ben de farkında olmadan gülümsedim. "Kızım ciddi anlamda bir iş kadını oldu o halde. Peki. İşler nasıl? Bizi ne zaman ziyarete geleceksin?" Diye konuştuğunda gergince yutkundum.

"İşler yolunda anne. Derslerim başlamadan geleceğim."

"Bu arada Sincapla iyi anlaşmaya başladık. Yani en azından artık ellerimi tırmalamıyor. Her neyse işe geç kalma görüşürüz."

"Görüşürüz anne." Dedim ama onun kapatmasını beklediğimde o hemen kapatınca gelen ses tuhaf hissettirmişti.

Annemi özlemiştim.

Bütün bu karmaşa ve kargaşanın arasından dinlenmek için gitmek istediğim yer onun kollarıydı. Bundan daha huzur verici bir şey bilmiyordum ki. Güven annemin kollarıydı.

Yalansa, ondaydı.

Boğazıma kadar yalan dolmuştum ki bu benim artık evde hissetmememe neden oluyordu. Yıkık dökük bir binanın en alt katındaydım ve binanın çatısı, duvarları ufalanmaya başlamıştı. En sonunda üzerime yıkılacaktı.

Komodinin üzerindeki dijital saat 11:38'i gösteriyordu.

Üstümdeki yorganı atıp telefonu komodine bırakarak ayaklandım ve odayı terk ettim. Beyaz pijamalarımı düzeltip bir yandan yürürken salondaki manzara dünü hatırlattı.

Chae koltukta uyuyordu.

Dün uyuduktan sonra üzerini örtmüştüm ve onu uyandırmamıştım. Aslında seslenmiştim ama ağır bir uykusu olduğundan beni duymamıştı.

Yaklaşıp eğilerek koluna dokundum. "Chaeyoung işe geç kalacağız hadi uyan." Dediğimde biraz kımıldamıştı yerinde.

"Chaeyoung Jungkook gelmiş!"

"Ha?" Eliyle gözlerini kaşıyıp yattığı yerden doğrularak oturup bana baktı. "Jungkook mu?"

"Uyanmıyordun." Dedikten sonra yalan olduğunu anlayarak göz devirdi.

Ama anında kaşları çatılıp koltuğa bakındı. "Telefonum nerede?" Yastığının altına baktığında benim gibi oraya saklamış olduğunu fark etti ve tuş kilidini kaldırdı. Dudakları aralandı ve telefonu kaldırıp bana gösterdi.

"40 kez aramış, bir sürü mesaj atmış nasıl duymam? Sessize almışım. Inanamıyorum. Burada olduğumu haber vermemiştim ona."

"Sakin ol. Ara ve söylesene burada olduğunu."

Telefona bir de bana baktı. "Saat kaç olmuş. Çoktan hacker arkadaşlarına yerimi buldurmuştur."

Kaşlarım çatıldı. "O zaman endişelenmene gerek yok."

Gözleri kısıldı. "Emin ol birazdan kapı çalar."

Ona anlamayan bakışlarla bakarken iç güdüsel olarak gerilmiştim. Birkaç dakika birbirimize bakarken kapının çalmasıyla irkildim. "Açmalı mıyım?"

Güldü. "Dalga mı geçiyorsun. Açmazsan kameraları falan da hackletir bu. Hatta çilingir çağırıp zorla bütün anahtarları değiştirtir."

Dudaklarım aralandı. "Bu gidip açıyorum demek."

Salondan çıkıp kapıya ilerleyerek apartman kapısı için düğmeye bastım. Ardından dairenin de kapısını aralayarak sesleri dinledim. Hızla merdivenleri arşınlıyordu. Bu sesin bir çift ayaktan çıkmayacağına emindim. Birkaç çift ayaktı bu.

Jungkook yine klasik görünümüyle içeri girmeden önce bana kısaca baktı. Arkasından Jongin girdiğinde şaşırmıştım. Bana güldü. "Eski lab faresi ortağım. Nasılsın?" Diye konuşurken diyecek bir şey bulamadım.

Eski dediğine göre Mark olan biteni anlatmış olmalıydı.

Kafasını eğip bana baktı. "Girebilir miyim? Bilirsin bulmamız gereken bir Chaeyoung var."

"İçeride." Diyerek elimle işaret ettiğimde kafasını sallayıp koridorda ilerledi. 

Karmaşık bir ifadeyle kapıyı kapatacağım sırada araya bir ayak girdi. Siyah olan bu ayakkabıyı tanıyordum. Kapıyı geri açtığımda, yuvarlak koyu gözler karşımdaydı. Tuhaftı. Uzun süredir onu görmüyor gibi hissetmiştim halbuki daha dün tartışmıştık.

"Gelebilir miyim?" Diye mırıldandı yoğun ses tonuyla.

Tek kelime etmeden içeriyi işaret ettiğimde o da koridora geçti.

Kapıyı kapatıp en son salona giren ben olmuştum. Chaeyoung ve Jungkook yan yana ilerleyip mutfak balkonuna gittiklerinde ne konuşacaklarını düşündüm. Ayrılmayacaklarından emindim ama aralarında bir sorun olmasından endişeliydim. Yine de konuşup anlaşmaları tek temennimdi.

Jongin tekli koltuğa geçmiş ve telefonuyla uğraşıyordu. Mark da ellerini cebine sokmuş ayakta dikilirken etrafı inceliyordu. İlk kez gelmiş gibi. Aptal.

Kapının önünde öylece dikildiğimi fark ettiği an omzunun üzerinden bana döndü. Aramızda birkaç adım vardı. Kara gözleri üzerimde dolandığında o tanıdık ürpermeyi hissettim.

"Gelmek zorundaydım. Kızmadın değil mi?" Neredeyse fısıldamıştı.

"Kızsaydım seni kapıdan içeri sokmazdım." Dediğim an güldü. Gülmesini istemezdim. Kafamı çevirirdim, gözlerimi kapatırdım ama güldüğünü görmek istemezdim.

Çünkü gözlerini de kısaca kapatıp açarak ve burnunu kırıştırarak güldüğünden, karnımdaki ağrıyı tetiklemişti. "Daha önce de kızdığından emin olduğumda beni içeri almıştın." Ses tonu beni yok etmek ister gibiydi.

Dişlerimi sıkıp sert bir nefes verdim. "Belki de kızmaya değer bulmuyorumdur."

Gülüşü donuklaştı.

Sırf hırsımdan öyle konuşmuştum. Ona sinirliydim. Ona kızıyordum. Onu yumruklamak istiyordum. Çünkü onun için gelişen duygularım vardı. Nefret? Belki de buydu.

"Bir dahaki sefere almazsın Renee." Diye mırıldanıp yanımdan geçerek salonu terk etti. Yerimden bir adım atamadığımdaysa, dış kapının açılıp kapanma sesini duymuştum.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
SeamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin