4.6

1K 123 49
                                    

Kendimi koltuğa atıp kafamı geriye doğru yasladım.

4 gündür eski rutinime dönmüştüm.

Ev ve kütüphane arasında mekik dokuyordum. Gördüğüm yüzler Chae ve Bay Kim'den başka sadece kütüphaneye gelen insanlardı. Mark veya herhangi bir arkadaşına rastlamamıştım. Eskiden istediğim onlardan uzaklaşmakken şimdi onları merak ediyordum. Bay Kim'i ve labını çökertemedikleri ortadaydı. Neler planladıkları ve nasıl bir yolda ilerledikleri de aklımı karıştıran büyük bir soruydu.

Bugün tatil günümdü ve sabah erken kalkıp biraz mutfak için alışveriş yaptıktan sonra temizliğe girişmiştim. Baştan aşağı bütün evi süpürüp silmiştim. En son sildiğim yeri tekrar sildiğimi fark etmemle, saatin 19 civarına geldiğini görmem arasında pek fazla fark yoktu. Temizliği bırakıp duş aldıktan sonra bitki çayımı hazırlayarak salondaki büyük koltukta, DVD çalara taktığım filmi izliyordum.

Milyonuncu kez izlediğim, Twilight; New Moon.

Eclipse'e, Breaking Down'a geçmiyordum çünkü orada evlenme teklifi ve evlilik gerçekleşiyordu. İstediğim son bu değildi. New Moon'da kalıp Edward'ın Bella'ya olan tutumunu, onu korumak için gitmesini izlemek ve bunu tekrar tekrar zihnime kazımak istiyordum.

Pekala. Saplantılı derecede Twilight fanı falan olarak adlandırılabilirdim ama içimdeki eksikliği, hissettiklerimi çöpe atamazdım. Böyle yapmak istiyordum. Çünkü beni tamamlayan şeyler buydu. Takıntıları olmayan biri var mıydı ki şu yeni yüzyılda?

Bella'nın depresyon sahnesi ve geçen aylarla fondaki müzik beni dinlendirmeye yetmişti. Ilıklaşmış bitki çayımdan büyük bir yudum aldığımda, dairemin çalınan kapısıyla kaşlarım çatıldı.

Chaeyoung ile yarın görüşecektik.

Bardağı orta sehpaya bırakıp, pijamalarımla kapıya ilerledim. Delikten bakmaya kalmadan tekrar çalındığında kapıyı hızla açtım.

"Ben geldim."

"Mark?"

Şaşkınlıkla duraklarım aralandı.

Çünkü üstü başı toz içindeydi. Saçları, yüzü, elleri...

Gözlerindeki korkuyu sezdim. Elini uzattığında hiçbir şey anlamamıştım ama avcunu açtığı an, kanlı manzarayla ürpermiştim. "Sanırım dikiş gerekli?" Diye mırıldandı.

"Geç içeri." Dedim hızla. Tereddüt etmeden içeri geçerken arkasından kapıyı kapatıp odama doğru ilerledim. "Salona geç geliyorum." Diye seslendim ona.

Giysi dolabımın alt çekmecesindeki siyah küçük dikiş aletlerinin olduğu çantayı alıp, lavabodan da ilk yardım çantasını alarak salona geçtiğimde Mark büyük koltuğa oturmuştu.

Yanına oturup orta sehpaya bütün malzemeleri açmaya başladım. Tek kelime etmedi. Avucunu sıktığı ve kan pıhtılaşmış olduğu için kesik kapanmış olmalıydı ama eli tamamen kanla kaplı olduğundan ne kadar kanamış ve kesiğin ne kadar büyük olduğunu anlamıştım.

Ilk yardım çantasından steril spanç, eldiven, sütur, batikon, iki şırınga, steril su şişesi, jetokain  çıkarıp siyah çantayı da açtım.

Spanç paketini kenarlarından açıp dokunmadan açık kalması için sehpaya bıraktım. Steril paket içindeki portegü, pensi ve şırıngayı açtım. Batikon ve distile suyun şişelerinin kapaklarını açık bırakıp eldivenleri giyerek şırıgaya distile su çektim. Bir elime de steril bir spanç aldım.

"Lavaboya gel benimle." Dediğimde önden ilerledim. Arkamdan tedirgince gelirken tek kelime etmedi. Lavaboya elini uzatmasını işaret ettiğimde beklemeden uzattı ve şırıngadaki suyu yavaş yavaş kurumuş kanlı eline döktüm. Spançla da hafifçe sildikten sonra spançı çöpe atıp salona ilerledim.

SeamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin