Neden her seferinde şaşmıyordu?Lise berbattı.
Berbat, bunu açıklayan tek kelime olabilirdi.
İlk sene pek arkadaşım yoktu ve şu hemen toplanıp bir grup oluşturarak parlayanlar ilk sene boyunca kabusum olmuştu. Yalnız olanlara bulaşmayı seven klasik bir topluluktu. Okul kurallarını iplemeyen, eteklerini okul yolunda kıvıran kızlarla ve tuvaletlerde gizli gizli sigara içen erkeklerle dolu bir gruptu. İşleri güçleri dikkat çekmekti. İçlerinde neler yaşadıklarını, hikayelerini bilmiyordum. Tek bildiğim yapmaktan zevk aldıkları şey, istedikleri şeyleri istedikleri an yapmaktı. O zamanlar ailevi sorunlarla uğraştığımdan başa çıkmak zorlaşıyor ve soluğu sürekli müdürün odasında alıyordum. İlk sene o şekilde volta atarak geçmişti.
Ama sonraki sene onları atlatabilmenin tek yolunun onlar gibi davranmak olduğunu sanmıştım.
Büyük hataydı.
Nasıl olunduğunu bilmediğim bir sürtük gibi davranmak ve onunla başa çıkmaya çalışmak için ona yaklaşmak, yaklaşık 2 ayımı çöp etmişti.
Benim gibi farklı bir milletten olan, Chris.
Başlarda ona olan sessiz tutumumun yerini, dik başlı bir tavır aldığında hoşuna gitmişti ama uzun sürmemişti. Herkese çıkıyoruz izlenimi verip kızların bakışlarını kendinden, benim üzerime çevirmişti. Böylece birkaç tırnak izinden sonra bir de aldatılma olayı geçirmiştim. Sanki zaten çıkıyormuşuz gibi başka bir kız bulmuştu.
Böylece hem sürtük hem de boynuzlu olmuştum.
Aptal, klişe dolu yıllardı. Sonrasında derslere odaklanıp dikkatimi topladığımda da, herkes beni unutmuştu.
Kapı çaldığı an yerimden sıçradım.
Apartman kapısının düğmesine basıp daire kapısını da açarak ellerimi göğsümde topladım.
Mark... kafası normal çalışmıyordu.
Neler düşündüğünü ve ne yapacağını artık tahmin bile edemiyordum. Bir şeyler vardı bilmediğim ve arka planda dönüp duran ama o benim dizimi kırıp beklememi istiyordu.
Pekala bu alışkın olmadığım bir şey değildi. Dizini kırıp oturma eylemine oldukça aşikardım ancak git gide yer sallanıyor, benim de tahammülüm azalıyordu.
Yaptığı şeyleri, sonlanmadan öğrenemeyeceğimin farkında olsam da sormaktan çekinmeyeceğimi de biliyordum.
Kapının aralığından içeri girip bana bakmadan ceketini çıkarıp askıya astı. "Günaydın. Sana kruvasan aldım. Belki vatanını özlemişsindir diye." Gözlerini açıp bana çevirdiğinde elindeki poşeti bana uzatmıştı.
"Mark. Kruvasan Italya'nın."
Kaşları havalandı. "Ciddi misin? Neyse. Bir dahakine öğrenip gelirim. Sadece denemiştim." Yanımdan geçip mutfağa doğru ilerledi.
Ben de onu takip edip peşinden mutfağa girdim.
Hiçbir şey demeden masaya oturdu ve poşetteki kruvasanı açıp benim tabağıma koydu. Sonra onun için kahveyle doldurduğum bardağı ellerinin arasına alıp yudumladı.
Ağır ağır sandayeye oturup onu izlemeye başladım.
Bu defa üzerinde koyu yeşil bir kazak vardı.
"Ne?" Bana döndü bardağının üzerinden bakışları. Cebinden telefonunu çıkarıp ekranı açarak bana gösterdi. "Bak. Saat 09:53."
"Görüyorum."
"Neden o zaman kovacak gibi bakıyorsun?"
"Mark farkında mısın bilmiyorum ama hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun ve bu beni deli ediyor."
Telefonu cebine atıp bardağı masaya koyarak sırtına yaslandı. "Seni soru işaretleriyle bırakmak istemem ama yapacak bir şeyim yok."
Kaşlarımı çattım. "Yapacak bir şeyin yok mu? Bir sürü iş hallediyorsun ama... belki çocukların bile haberleri yok değil mi?"
Dudak büzdü. "Onlara söylemezsin değil mi?" Gözleri kısılırken sorusuna ciddi misin der gibi baktım.
"Haberleri yok Mina'dan. Seni başka işleri var sanıyorlar." Dedim üzerine bastıra bastıra.
Siyah saçlarını parmak uçlarıyla kenara itti. "Sorun olur mu?"
"Mark sen ne tür bir yalancısın?"
"Renee ben bir şeyleri halletmeye çalışıyorum."
Elimle dur der gibi bir işaret yapıp sırtıma yaslandım. "Ben daha fazla halletmekle ilgili bir cümle duymak istemiyorum."
Durdu. "Neden o zaman bana kahvaltı hazırladın?" Diye sorduğunda ben de duraksamıştım.
"Çünkü beni buna zorladın."
Dudaklarını birbirine bastırıp araladı. "Seni zorlamadım. Renee. Telefonunu mu çökerttim aramaktan ya da mesaj atmaktan. Ve bir hatırlatma, dün aşağıda seni beklerken yazdım onları. Yani zilini de kökleyip seni rahatsız edebilirdim." Diye konuştu bana meydan okur gibi bakarak.
"Teşekkür ediyorum Mark Lee. Yaptığın bundan daha nazik bir davranış söyleyeyim mi? Evet. O sebebini bilmediğim bir şekilde bir kızla..."
Durdum.
Amacım neydi ve nereye gidiyordu bu dediklerim?
Düzenli soluklarımı sürdürürken göz temasımız kesilmedi. Belki o da devam etmemi istemiyordu. Belki de susmam ve sessiz kalmam gerekiyordu. Eskiden olduğu gibi.
Dik başlılık yaptığım her zaman kendimi kaybetmiştim.
Eli cebine gitti. Bir şeyi arıyordu ve aradığını bulduğunda masaya koydu.
Kırdığım kolyeydi bu.
"Hediye. Geri verilmeyen ve sağlam bir şekilde saklanıldığında veren kişiyi mutlu eden bir şey. Kafanda çok soru olduğunu biliyorum dedim zaten Renee. Hepsinin cevaplanması için biraz bekleyemez misin? Sabırlı biri olduğuna eminim." Durdu. Tek kaşı kalkmıştı. "Katlanamaz mısın bana yoksa biraz daha?"
Derin bir soluk verip yutkundum.
"Yarın 19:00'da. Bugün uyumak istiyorum. Şimdi kahvaltını yap ve neyi halledeceksen halledip kafamdaki sorulara yanıt bul." Dedim gereksiz bir sakinlikle.
Mark Lee bu dediklerime sadece gülerek karşılık verdi. Elmacık kemiklerini belerterek.
![](https://img.wattpad.com/cover/194954667-288-k482691.jpg)