"Ee nasılsın?" Tedirgince koltukta yanına otururken bavulunu da salonda bıraktığını fark ettim.
Dudak büzüp koltukta geriye yaslanarak bana döndü. "Iyi. Dönemin başlamasına 3 gün var ve döndüm işte." Eliyle saçlarının uçlarını düzeltip doğruldu. "Sen nasılsın? Beni özledin mi?" Dalga geçerek güldü.
Ama ben içimdeki tedirginlik, endişe ve stresle sırtımdan soğuk terler döküyordum. Yine de zorlukla gülümsedim. "Iyi. Özledim. Işte. Yani. Bilirsin. Sen yeni ev tutmuştun en son?"
Kafasını salladı. "Şu ilaçlama olayları işte. Bir iki gün sonra gidebileceğim. Sorun olmayacağını bildiğim için geldim."
"Tabi ki de sorun değil de sadece şaşırdım işte. Her neyse yorgunsundur. Yatağımda uyuyabilirsin. Hemen hazırlayabilirim." Diye konuştum hızla. O da kaşlarını kaldırıp çevreye baktı.
"Aslında iyi olurdu. Ama burada da yatabi-"
"Yok yok. Yatağımı hazırlarım." Diyerek hızla ayağa kalkıp odama koşar adım ulaştım.
Kapıyı arkamdan kapatırken odanın ortasında volta atmaya başlamıştım bile.
Stresimin 1. sebebi, Mark'ın şu an üst katta olmasıydı. 2. sebebi Mark ile olanları öğrenmesiydi. 3. ise bunların hepsinin bir anda yaşanması olasılığıydı.
Derin bir nefes alıp yatağın örtülerini temizleriyle değiştirip saçlarımı bileğimdeki siyah tokayla tepeden topladım.
Bunu yapmam gerekiyordu.
Salona dönüp koltukta oturan Heeyoung'a seslendim. "Hazırladım yatağı."
O da ayaklanıp bana gülümseyerek odaya ilerledi. "Teşekkürler-"
"Iyi geceler." Diye zoraki bir şekilde gülerek onu odaya yönelttim. Arkasından kapıyı kapattığımda içeriden gelen mırıltısını duymuştum ama bunu göz ardı ettim.
Heeyoung bir ara benimle kalıyordu bu yüzden anahtarı vardı ama az önce gelirken kapıyı çalmasının nedeni uyuyup uyumadığımı kontrol etmekti belki de. Bir anda dalsaydı geçirdiğim şok daha güçlü olabilirdi.
Uykusunun ağır ve başını yastığa koyduğu gibi uyuduğunu bildiğimden bunu benim için avantaja çevirdim. Muhtemelen Mark'ın haberi yoktu Heeyoung'un geldiğinden.
Bu yüzden ona haber vermek bana düşüyordu.
Pijamamın üzerine siyah kapüşonlumu giyip fermuarını sonuna kadar çektim. Ayakkabılarımı yarım yamalak ayaklarıma geçirdikten sonra dış kapıyı büyük bir dikkatle açıp anahtarı cebime atarak kendimi dışarı attım ve yine aynı dikkatle kapattım.
Merdivenlerden gereksiz bir aceleyle çıkarken midem endişeden dolayı yanmaya başlamıştı. Bunu göz ardı ederek dairenin kapısının önüne geldiğimde birkaç saniye durdum. Nefeslerimi düzenleyip zile basarak içeriden gelecek seslere kulak kesildim.
Birkaç düzensiz adım sesi duyuldu. Ve birkaç saniye de beklediğinde delikten bakıldığına emindim. Kendimce göz devirip soluk verdim.
Kapı aralandığında, bir an neler olduğunu anlayamamıştım.
Görüş açıma pembe saçlar girdiğinde, algılamam neredeyse bir dakikamı almıştı. Yuvarlak ve samimiyetsiz suratıyla Mina, kafasını eğmiş bana kaşlarını kaldırarak bakıyordu. "Sen..."
"Evet. Ben?" Diye dudaklarımın arasından kaçıp gitti kelimeler. Midem bulanıyordu. Ciddi anlamda her an kusabilecekmişim gibi stresten midem bulanıyordu.
"Senin burada ne işin var?" Dedi, uykulu bir tondaki sesiyle. Ah! Ne harika. Resmen burada uyuyordu. Resmen onun evine kadar gelmişti. Ama buna izin veren de Mark'tı.
"Bu soruyu sorması gereken kişi benim aslında biliyor musun? Ama şartlar işte..." dedim.
"Ne?" Durup kaşlarını çattı. "Anlamıyorum. Neden buradasın?"
Dişlerimi sıktım. Hayatın benim için güzel planları olsa gerekti. Çünkü kanımda hissettiğim dalgalanma beni kötü yerlere çekmeye zorluyordu.
"Hey!" Diye seslenip pembe saçlarını düzeltti. "Sana diyorum. Mark'ın evine neden geldin? Burayı nasıl biliyorsun? Onunla arkadaş değilsiniz demişti."
"Öyle mi demişti? Kafan mı iyi? Baban sana özel mi pişiriyor o tozları. Sana da mı satıyor ha?"
Gözlerindeki donuk bakışlar, beni kendime getirdi. Dudaklarımın arasından kaçıp giden sözlerin ardından midem kasıldı. Hayır. Henüz haberi yoktu. Aptal Mark ona anlatmamıştı.
"Ne saçmalıyorsun sen?"
Burnumdan sert bir nefes verdim hırsla. "Hala söylememiş. Tahmin ettiğim gibi. Baban diyorum. Şehirdeki en büyük uyuşturucu üreticilerinden biri. Gerçi başkasının bölgesinde ama bunu bile umursamadan o bunak kıçıyla kütüphanenin altına bir laboratuvar kurmuş oturuyor. Ne saçmalıyorum değil mi? Neden polislerle birlikte aramaya gitmiyorsun ki? O bunaktan nefret ettiğini duymuştum..."
"Ne oluyor?" Mark'ın sesini Mina'nın arkasından duydum. Içeriden gelip kapıyı tamamen açarak bana baktı. Kaşları çatılmıştı ve gözlerini kısıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Mina ise bana sabit bir şekilde bakarken dudakları aralanmıştı.
"Ne oldu Mina?" Diye mırıldandı Mark ona doğru. Ne kadar umursuyordu bu kızı ki? Evine almasıyla ne kadar umursadığını çok net görebiliyordum.
"Benim... gitmem gerek. " dedi sadece dönüp çantasını alarak yanımdan geçip merdivenleri indi.
"Renee?"
"Neden evindeydi? Neden hala ona anlatmamıştın her şeyi ha?" Diye konuştum hırsla. Saçları dağınıktı ve üzerinde siyah eşofmanlar vardı.
"Ona az önce anlatacaktım."
Kaşlarım havalandı. "Öyle mi? Artık gerek kalmadı."
"Anlattın."
"Evet." Dedim net bir şekilde. "Ve... Heeyoung burada. Benim evimde. Ona görünmesen iyi olur. Ve bir de aramızdaki olayları yani şu Bay Kim konusunu ona anlatmazsan sevinirim."
Güldü. Alayla. "Ona anlatacak kadar ispiyoncu bir tip gibi mi görünüyorum? Geldiğinden haberim var beni aradı."
Hızla kaşlarım çatıldı. "Ve buradan gitmedin öyle mi? Ne çeşit bir rahatlık seninkisi?"
"Merak etme satılığa çıkardım zaten kalmayacağım daha fazla. Yani Heeyoung da beni görmeyecek. Ve merak etme. Aptal bir ispiyoncu olup ona her şeyi anlatmam. Kendimi de düşünecek olursam eğer."
Taşınıyordu. Ne zaman gelmişti ki?
"İyi olur bu." Diye mırıldandım sadece.
Omuz silkti. "Pekala. İstediğini yapıyorum işte. Bay Kim olayını da kendin çözdüğüne göre aramızda bir ortaklık kalmadı. Buradan da taşınıyorum. Ve iyi geceler."
"Iyi geceler." Dedim sadece. Geri çekilip kapıyı örttükten sonra mideme bir yumruk yemiş gibi oldum. Kafamdaki karmaşa susmuştu.
İstediğim buydu.
Ne diye boşluğa düşüyordum ki?
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.