"Günaydın."Elimdeki kahve bardağını masaya bırakıp henüz mutfağa gözünü kaşıyarak giren Heeyoung'a baktım. "Günaydın." Diye mırıldanıp buzdolabındaki kahvaltılıklardan çıkarmaya başladım.
"Deliksiz uyumuşum. Bu arada yumuşatıcıların manavdaymışım gibi hissettirdi." Dediğinde tüylerim ürperdi.
Bu kızın Mark ile kardeş olduğunu unutuyordum.
Ikisinin benzerlikleri olabileceğini unutuyordum.
Dün gece yüzüme kapıyı kapattıktan sonra beklemeyip eve gelmiştim. Tahmin ettiğim gibi Heeyoung çoktan uyumuştu ve ben de salona geçip notlarımı gözden geçirmeye devam etmiştim. Çünkü gün boyu aldığım kafeinin uykumu çalmasından dolayı uyku gözlerime uğramamıştı. Yapacak başka bir şeyim olmadığından ders çalışmıştım. Tabi sabaha karşı uykum gelmişti ancak sadece birkaç saat koltukta uyuyabilmiştim çünkü sabah olmuştu. Şimdi de uykusuzluk çekiyordum.
"Iyi uyumana sevindim. Kahvaltı hazırladım ben de. Otursana." Diye söylenip masaya elimdekileri bırakıp kendi sandalyeme geçtim. Masa yuvarlak olduğundan iki boş sandalye daha vardı ve Heeyoung karşımdakine geçmişti.
"Acıktım ama yeni bir diyetisyen randevusundan geldim iki gün önce. Sadece bitki çayı içebileceğim. Hala şu çekmecedeler mi?" Diyerek işaret ettiği yeri doğru hatırladığından kafamı salladım.
"Evet. Istediğini yapabilirsin. Tabi şu diyet olaylarına nasıl dayanabildiğine şaşırıyorum." Mırıltımın ardından atıştırmaya başlamıştım.
O da bir bardak çıkarıp benim kahve için ısıttığım sıcak suyu kullandı. "Yapacak bir şey yok. O idoller dans ederlerken ince belleri ve uzun bacaklarında gözlerim kalıyor ne yapayım."
Dudak büktüm. "Kim bir idol olmak ister ki? O zaman istediğinde istediğin şeyi yapamazsın. Ya da öyle bir şeyler. Özgürlüğüne engel olmaz mı?"
Elindeki kupayla bana döndü. "Ah keşke yeteneğim olsaydı da ben de olsaydım. Lee Heeyoung kadın idol sıralamalarında 1. diye şeyler duymayı isterdim. Ayrıca hiç de özgürlüğüne engel olduğunu düşünmüyorum. Yani bu bir düzen. Tam benlik aslında ama işte. Benim yeteneğim de kilo vermede istikrarlı olmak." Dudaklarını büzüp çayını karıştırarak karşıma oturdu.
"Benlik değil. Sanırım ağlaya ağlaya hasta bakacağım gelecekte." Diye söylendiğimde bana güldü.
"Neden ağlaya ağlaya? Bu meslek için yanıp tutuştuğunu sanıyordum."
Omuz silktim. "Dediğin gibi bu meslek için. Insanlardan hoşlandığım söylenemez."
"Ha şu yalnızlık takıntın." Güldü. Ancak benim midem düğümlendi. Çünkü bunu en son o dillendirmişti. "Ah Renee neredeyse unutuyordum. Kardeşimi de çağırdım kahvaltıya bir sorun olmaz değil mi? Hani şu gitmeden önce evine saklayıp hadsizlik eden konum attım..." bana tedirgince bakarken gerilmiştim.
"Ne zaman çağırdın?"
"Şey... uyanınca aramış da ben de arayınca-"
"Peki sorun yok. Gelebilir."
Bir süre kronik tabak çatak sesleriyle kahvaltıya devam ettik. Bunu kendisi yapmış olmalıydı. Emindim. Ancak neden yaptığını bilmiyordum.
Yukarıdan aşağı inmek ne kadar uzun sürebilirdi ki!
Kapı zili duyulduğunda Heeyoung ayaklanıp kapıya gitti. Ben de hiçbir şey yokmuş gibi gergince kahvaltıma devam ettim.
Heeyoung önden Mark da arkasından geldiğinde Mark'ın elinde bir poşet olduğunu fark ettim. "Geç şuraya otur. Renee'yi hatırlıyorsun değil mi? Hani saklanmıştın." Dedi Heeyoung imayla.
