Lana Del Rey, Dark Paradise
-
"Umrumda bile değil. Bana zarar gelmez. Boşuna buraya taşınma."
Yerimden hızla kalkıp kapıya doğru ilerledim.
"Bela mı istiyorsun?" Dedi hızla arkamdan ilerlediğini duyarken. Kapının hemen önünde durup ona döndüm.
"İstemediğim için buraya tekrar taşınma dedim, Mark."
Duraksadı. Bu net ve kesin cümlemin onu afallattığını açık bir şekilde gördüm. Aramızda en az iki adım vardı ve az önce lambayı açtığı için yüzünün ayrıntılarını görebiliyordum. Göz altlarına çalan mor rengi fark ettim. Sonra kafide dokudaki şeftali rengi dudaklarını birbirine mıhlayışını gördüm.
Siyah gözleri, gözlerimden ayrılmadı. "Böyle durma." Diye mırıldandı yoğun ses tonuyla.
Kaşlarımı kaldırdım. "Nasıl?"
"Böyle işte. Bütün duvarlarını birisi çalmış gibi. Savunmasız durma. Böyle değildin." Geçmiş zaman ekine neredeyse gülecektim.
"Hepsi senin kuruntun." Elimi kapının koluna yerleştirdim. "Ve buraya taşınma Mark. Benim iyiliğimi istiyorsan. Başıma bela gelmemesini istiyorsan lütfen..." tamamlayamadığım cümleyle kapıyı çekip çıktım.
Arkamdan kapattığım kapının önünde duraksayıp derin bir nefes alıp sertçe verdim.
Lütfen.
Tekrar aynı karmaşanın içine çekme beni.
Yalnızlıktan nasıl alıkoyduysan bir öncekindeki gibi.
Hipnotize olmuş gibi kendi daireme girip kendimi büyük koltuğa bıraktığımda gözlerim karşı duvarda kalakalmıştı. Kendimi tuhaf hissediyordum. Ama yadırgamıyordum. Bir anda hayatıma girmiş birinin, bir anda çıkması ve bir anda tekrar gelmesi şaşılacak bir durum olmamalıydı. Bu en azından Mark Lee için geçerli değildi.
Ve Mark Lee, kara gözleriyle Renee'nin yıkılmış duvarlarını fark ettiğinde onun karanlığına çekileceğini bilmesi o yıkılan duvarları parça pinçik ediyordu.
Gözlerim duvar saatine rastladığında gece yarısını geçmiş vakitle yerimden zorlukla kalıp kendimi odama atıp yatağıma bıraktım. Onun hala üst katta oluşundandı bu ağırlık. Omuzlarım öyle ağırlaşıp yormuştu ki kısa sürede beni, nefes almak meşakatli bir hal almıştı.
Tavanı seyrederken ve düşüncelere dalmışken sabaha karşı uyuyakalmıştım.
Birkaç saatlik uykuyla uyandığım sabahta elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçalayarak, giysi dolabımdan çıkardığım bol açık renk kot ve siyah kazağı üzerime geçirip saçlarımı dağınık bıraktıktan sonra odayı terk ettim. Portmantodan aldığım çantamı koluma takıp anahtarı da alarak çıktım.
Sanki hala dün gece onunla karşı karşıya kaldığımız yerdeydim. Kapının önünde bana duvarlarımı kaybettiğimden bahsediyordu. Kaybettiğim diğer şeylerden haberi bile yoktu.
Mark Lee neden dönüp dolaşıp benim hayatımın eşiğinden içeri adımını atıyordu anlam veremiyordum. Kaderin işi olduğu belliydi. Ama ben de hep balkona gidip kapının eşiğinden ona bakıyordum. Sırtım boşluğa çevriliydi, bir adım gerilememi sağlasa düşerdim. O hiçbir şey yapmıyordu.
Apartmanın merdivenlerinden inip dışarı çıkarken hala üst katta olup olmadığını düşünüyordum. Ancak aşağıdaki büyük yeşil motoru gördüğümde anlamıştım, hala yukarıdaydı.
Yolun karşısına geçip yürümeye başlarken kafamdan geçen tek şey, bundan sonra neler olacağıydı.
Taşınabilirdi.
Firar etmiş Bay Kim ile çatışabilirdi.
Kolum ağrıyabilirdi.
Kolum. Arkamdan gelen bir kuvvetle kollarım sıkıca tutulup bir şey batırıldığında bir yandan da ağzım tutulmuştu. Kafamı çevirmeye çalışırken kolumda bir uyuşma ve ardından kayboluş hissettim.
Karanlıktı.
Ama bu, tanımadığım bir karanlıktı.
Günlerce uyumuş gibi hissettiğim karanlık bir zaman diliminden sonra kolumda iğrenç bir ağrıyla gözlerimi araladım.
Bembeyazdı.
Bu, hissettiğim karanlığa tezat bir beyazlıktı.
Her şey. Duvarlar. Masalar.
Laboratuvar.
Bulunduğum cam fanusta, zihnen soluksuz kalırken karşımdaki sandalyede oturan kişiyle zamanlanmış gibi göz göze geldim.
Bay Kim ile.
"Uykun çok hafifmiş güzel kızım. "
Midem bulanıyordu. Kurumuş dudaklarımı araladım. "Ben senin kızın falan değilim. Pislik herif."
Güldü. Daha da yıllanmış kırışık yüzüne iğrenerek baktım.
"Bunları düşünme bebeğim. Artık benimlesin. Şimdiden bu kadar hakaret etme." Durdu. Düşünür gibi gözlerini kıstı. "Senin o kadar zeki ve becerikli olabileceğini bilseydim en başında kendim için çalıştırırdım. Onların çetesi vakit kaybı olmalı senin için."
"Pislik. Pislik!" Ellerimle fanusun camına vurdum ama bana sadece güldü. "Çıkar beni. Ne istiyorsun?!"
"Tanıklar diyorum. Renee. Tanıklar çok yaşamazlar."
Beton gibi olduğum yerde donakalıp yutkunmaya çalıştım.
Uzun süredir varlığından bir haber olduğum, birine ihtiyacım olduğunu hissettim.