0.3

2.1K 201 14
                                    


Siyah kapüşonlunun fermuarını sonuna kadar çekerken gözlerim giysi dolabımın aynasındaki yansımamdaydı.

Siyah kot ve kazakla çıkmayı düşünsem de kapüşonluyu son anda akıl etmiştim. Büyük şemsiyeyi alacak olsam da neredeyse dışarıdaki selde ıslanacağımı ve üşüyeceğimi biliyordum.

Pekala.

Anahtarı verip gelecektim ve bu huzurun bir başlangıcı olacaktı. Sonra eve gelip sıcak çayımı yudumlarken biraz kitap okuyacaktım. Belki yarım bıraktığım o filmi izleyecektim.

Yalnızlığı hissedecektim.

Sadece 20 dakika sürecekti.

Derin bir nefes alıp yatağımın üzerindeki anahtarı alarak cebime attım ve odayı terk ettim. Portmantonun önünde siyah botları ayakta giyerken neredeyse düşecektim ki, şemsiyeyi yerden alarak doğruldum ve dış kapıyı hızla açtım.

Islak saçları alnına yapışmıştı.

Top gibi kahve irisleri gözlerimi turladı. Bakışlarındaki keskinlik, netlik ve dikkat duraksamama neden oldu.

"Sen...?"

Içeri girip yanımdan geçerken omzu omzuma sürttü ve kat kat giysilerimin altından bile sırılsıklamlığını hissetmiştim.

Koridorda robot gibi ilerlemeye başladığını gördüğümde kapıyı hızla kapatıp arkasından gittim.

Ne işi vardı burada? Geleceğimi söylemiştim.

Salonla birleşik olan mutfağa girmişti ve tezgahın karşısındaki bar taburesine oturmuştu.

Üzerindeki gri kazaktan ve siyah kottan damlayan sular, parkelerimi mahvediyordu ve buna tanık olduğumda vücuduma ince iğneler saplanıyor gibi hissettim.

Temizlik takıntılısı değildim ama bu... hiç hoş değildi.

"En son gelemeyeceğini söylemiştin?" Dediğimde donuk bakışları beni buldu. Hemen karşısında dikilmiştim ve o otururken kafasını kaldırıp bana bakmıştı.

"Gelmek zorundaydım." Sesi netti.

"Buraya gelemeyeceğini söylemiştin."

"Gelmek zorundaydım dedim. Birkaç dakika oturacağım sadece." Diye mırıldandı. Ancak fark edebildiğim hızlı solukları koşmuş olabileceğini düşündürdü. Yağmurun altında koşmuş olmalıydı ya da merdivenlerden hızlı çıkmış olabilirdi.

Yine de onunla ilgili çözemeyecek olduğum sorular aklımda dolanıp duruyordu.

"Heeyoung başının belada olduğunu söyledi. Bir şeyden mi kaçıyorsun? Birinden?"

Gözlerini benden bıkkınca çekip derin bir soluk verdi. "Yalnızlık takıntın varken neden birini sorgularsın ki?"

"Bu kadar dikkatli olup anahtarını nasıl kaybedebilirsin ki?" Dediğimde kaşlarım havalanmıştı.

Hızla bakışlarını etraftan çekip bana baktı. Mimik oynamıyordu. "Soru sorma konusunda iyi olduğunu fark ettim. Benim de iyi olduğum konu bir şeyleri kaybetmek işte. Ne diye daha sorguluyorsun? Sadece birkaç dakika bekleyeceğim dedim. Sadece birkaç dakika. Sonra gideceğim. İstediğin yalnızlığa o zaman kavuşursun." Dedi ve bar taburesinde dönüp kollarını tezgaha yasladı.

Kaybetmek?

Neden beni düşündürmüştü bu?

Peki iyi olduğum konu sorgulamakken, istediğim şey yalnızlık mıydı?

Kendimi bildim bileli yalnızdım. Başlarda bundan hoşlanmasam da belki de zorla alıştırıldığım için şimdi biri bunu bozmak istese fark etmeden hiddetleniyordum. Bölgeme saldırı gönderiliyor ve her an her şey kontrolüm dışına çıkacak gibi hissediyordum. Hayatta anlaşabildiğim sadece kendim olabilmiştim. Bunu başarabildiğim için sevinsem de, derinlerde yatanı hep elimle geri itiyor ve onu saklamaya çalışıyordum.

Biliyordum.

Ve bir gün,  o uyusun diye üzerine örttüğüm yalnızlığı parçalayıp ortaya çıkacak diye korkuyordum.

Sessizlik aramızda nüksettiğinde ayakta dikilip beklemek yerine ilerleyip koyu kahve koltuğun ucuna oturdum. Kapüşonlumu çıkarıp kenara koydum ve bacaklarımı kendime çektim.

Yağmur damlaları şiddetle camlara vururken, içerideki tek ses buydu.

Bir de arada gürleyen gök.

Siyah saçlarımın tutamlarını gözlerimin önünden çekip kulağımın arkasına ittiğimde, bana sırtı dönük olan ona kısaca bir bakış attım.

Onun hikayesi neydi?

Sorgulamakta iyiydim belki ama bunu öylece soru olsun diye söylemiyordum kendime.

Ciddi anlamda, ıssız görünen bu çocukta ne vardı onu ıssız yapan?

Heeyoung gibi bir karaktere sahip olduğuna emin değildim. O açıktı. Sözleri, düşünceleri. Kardeş olsalar da bambaşka kişiliklere ve davranışlara sahip olduklarını biliyordum.

Birkaç dakika demişti ancak yaklaşık 10 dakika sadece onun sırtını izleyerek geçmişti. Bir de üzerindeki ıslak giysilerin, parkelerimi mahvetmesiyle.

Bir anda ayaklandığında bana doğru gelecek sandım ama pencereye yaklaşıp aşağı bakındı.
Bir şeyi izliyor gibiydi ama geri çekildiğinde durgun bakışları bana döndü.

"Anahtarımı alabilir miyim?"

Kısık ama yoğun çıkan sesiyle çıkardığım kapüşonlunun cebinden anahtarı alıp ona uzattım.

Bir saniyeye bile sığmayacak kadar hızla eline hapsetti anahtarlıkla birlikte anahtarı.

"Yerler için üzgünüm." Diye mırıldandı ve arkasını dönüp çıkışa ilerledi.

Kaşlarım çatılırken oturduğum yerden kalkıp peşinden gittim. Dış kapıyı aralamış çıkıyordu.

"Bir daha olmayacağı için sorun yok." Diye arkasından seslendiğimde tek kelime etmedi ve kaşlarını kaldırıp indirdikten sonra kapıyı arkasından gürültüyle çekti.


SeamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin