"Görüşürüz Chaeng." Ona kısaca sarılıp geri çekildiğimde bana gülümsedi.
"Kook bir daha bir arkadaşımda kalacağım zaman birkaç gün önceden haber vermemi istiyor. Bu yüzden başka zaman kalırım Renee."
Kafamı salladım. "Pekala zorlamıyorum. Sonra yine konuşalım."
"Iyi akşamlar." Dedi ve sokağın diğer ucuna yürümeye başladığında ben de tersi yönde ilerledim.
Kütüphaneyi Chae ile birlikte kapatmıştık. Bay Kim bugün gelmemişti ve bu kafamda bir yığın senaryonun yazılıp çizilmesine neden olmuştu. Eşi ile ayrılmış olduğunu söylemişti Mark. Laboratuvar çalışıyorsa, başka ne gibi bir işi vardı ki? Yine Taeyong'un olduğu binaya mı gitmişti yoksa Mark Mina'ya olan biteni anlatmıştı da sonunda onu ihbar mı ettirtmişti?
Eğer öyle olsaydı polisler kütüphaneyi aramaya gelip kapatmazlar mıydı? Yine de ilk seçenek ağır basıyordu. Bay Kim kütüphanenin altına bir laboratuvar kurabilecek kadar zekiyse, uyuşturucuların kaçırıldığını da fark edecek kadar uyanık olmalıydı. Onlara ne yapardı tahmin bile edemiyorum ama çocukların da aptal olmadığı apaçık belliydi. Çoktan bütün önlemleri almış ve hazırda bekliyor olmalılardı.
Kendileri bilirdi.
Aslında onlarla işimin bittiğine inanamıyordum. Tabi Mark bana anahtarı saklamam için senden istediğim son şey gibi bir şey gevelemişti ve her defasında olan şu klasik son olduğunu söylemişti.
Yalancıydı. Hırsızdı.
Ama onun sıradan olmadığını biliyordum. Bana acılarını açmıştı ne de olsa. Ne kadar yalancı olsa da herkese acılarını açmadığına emindim. Acıları konusunda yalan söylemediğine emindim. Çünkü gözlerinde görmüştüm. Ufak bir oğlan çocuğu gibi bakan kara gözlerindeki masumluğunu hissetmiştim söyledikleriyle, bakışları kırıktı. Sanki henüz elinden bir oyuncağı alınmıştı, sanki henüz ağlamıştı. Öyle saftı.
Issızdı ama karmaşıktı. Bu, hiç konuşmaması ama motor kullanması gibi bir şeydi.
Apartman göründüğünde kapıya birkaç adım kala motor sesi duydum. Başta sadece hayali bir duyumsama zannettim ama sokağın ucuna baktığımda buraya doğru yaklaşan tanıdık siyah motoru görebilmiştim.
Kaldırıma yakın durup indiğinde kaskı çıkarırken kaşlarım çatılmıştı.
Mark değildi bu.
Taeyong'du. Baştan aşağı siyah olduğundan kaskı çıkarmadan önce Mark olduğunu varsaymıştım ama bana bakarak saçlarını düzeltirken onun Taeyong olduğuna emin olmuştum.
Adresimi nasıl bilebiliyordu?
"Merhaba. Cidden tam saatini söylemiş. Tam söylediği dakikada burada oldun." Diye konuştu aramızda birkaç metre kala.
Kaşlarım hala çatıkken ellerimi cebime sokarak ona baktım. "Ne işin var burada? Mark'ın gönderdiği belli. Yeni işim birini öldürmek falan mı?" Neden çıkıştığımı bilmiyordum ama hala onlara karşı nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Alışmak da istemiyordum.
Farklı göz yapısıyla gözlerini kıstığında bakışları daha da keskinleşti. "Bayağı flashback oldum. Mark onunla laf kavgası yapma kaybedersin, konuşmadan anahtarı al ve gel derken ciddiymiş."
Anahtarı benim saklamamı istemiyor muydu?
Ne diye bir anda Taeyong'u göndermişti ki?
Yutkunup kaşlarımı havalandırdım. "Doğru söylemiş. Anahtarı mı istiyorsun? Nereden esmiş bir anda?"