11. Bölüm

10.8K 683 198
                                    

Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.

Düzenlendi.

Elime aldığım çilek dolu kase ile taşlığa kızların yanına koridorlarda sallana sallana iniyordum. Aşağı indikçe şen şakrak gülüşler ve müzik sesleri kulaklarımda yankılanmaya başlayınca daha çok meraklanıp hızımı artırdım. Eğlence mi var? Taşlığa varana kadar çilekleri bitirmiş kaseyi bir kenara koyup saçlarımı ve elbisemi düzeltmeye başlamıştım.

Kızların oturup toplandığı alana ayağımı attığım gibi müzik durdu. Raks eden kızlar yavaşlayıp durdu ve hepsi bana bakmaya başladı. Yutkunup nefesimi tuttum. Nasıl bir tepki vereceğimi kestirmeye çalışırken bir gurup kız gülüşerek yanıma geldi ve ben kollarımdan tutup sedirlere çektiler. Müzik ve dans devam ederken kızlar önümüzdeki boş masayı doldurmaya başladı.

Nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum ama en sonunda bende gülmeye başladım. Kızlardan esmer olanı gülerek söze girince dikkatimi ona verdim. "Benim adım Melike." dedi ardından diğerleri devam etti "Ben Esma."

 "Ben Elif." 

"Bende Zehra." Hepsinin adlarını öğrendiğimde simaları ile aklıma kazımaya çalıştım. En sonunda bende "Memnun oldum kızlar bende Hilal." dedim hepsine tebessüm ederek.

"Padişahımız ile geldiğini duyduk, anlatsana Topkapı sarayı nasıl, oradaki harem nasıl?" diyen Melikenin ardından Zehra "Ya paşalar?" demesi ile taşlıkta kıkırtılar yükseldi.

"Ya Padişahımızın gözdeleri? Olaylı mı onların kat?"

"Valide sultanımız ile aran nasıl?"

"Silahtar Hüseyin ağayı gördüm geçen ahh nasıl yiğit nasıl yakışıklı.. Var mı sevdiği?"

"Hünkarımız ile çok mu yakınsınız?"

Biri susuyor diğeri devam ediyordu ardı ardına sorular beynimi derlerken ben bu hallerine gülmeden edemiyordum. Demek Hüseyin'de gözün var ha? Kızı süzmeye başladın aslında güzeldi ve sorusundan sonra kıpkırmızı olmuştu. Bir anlık yükseliş ile söylediği belliydi.. Bütün cariyeler başımıza toplanmış benim ağzıma bakıyordu. Onlara cevaplarını bildiğim bazı sorularına cevap verdim.

"Paşaları daha görmedim bu konuda bir şey diyemem ama silahtarı hep görüyorum.. Bildiğim kadarıyla sevdiği yok tüm benliği ile hünkarımıza hizmet ediyor."  kızların iç çekişleri ve hüzün dolu fısıltılarından sonra devam ettim.

"Gözdeler katında pek olay olmadı ben oradayken ama haremdekilerin aralarında sinsi yılanlar var benden söylemesi.." sırıtarak verdiğim cevaba hepimiz güldük.

"Saray çok büyük ve görkemli.. Bahçesinde bin bir tür çiçek ve ağaç olan cennetin yer yüzündeki hali diyebilirim. Sarayın içinde değerli taşlar ile süslenmiş kapılar var bu kapılar hanedan soyuna ait olanların hususi dairelerine ya da odalarına açılıyor. Yüzlerce odası var her oda ayrı büyülü... Bazı dairelerin terasları denizi görüyor.. Tüm İstanbul ayaklarınızın altında sanki. Ben deyim bin siz deyin iki bin insan o saraydan ekmek yiyor.." Şerbet'imden içerken kızların iç çekişlerini güldüm.

"Peki hünkarımız? Anlatsana onu?"

"Sultan Ahmed.. O çok güçlü, kudretli, zeki, yetenekli ayrıca vicdanlı ve iyi kalpli bir adam. Onun yanındayken dünya yıkılsa bile kılınıza dahi zarar gelmez.. Deniz gözlerine bakarken boğulursunuz ama ölüm o kadar tatlıdır ki kurtulmaya çaba dahi vermezsiniz.."

Zamanda Yolculuk OsmanlıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin