Gizemli adam

102 26 5
                                    

Ece, daha fazla hızlanırsa beynini istila eden seslerden kaçabileceğini düşünere yaptığı iki saat süren koşudan sonra eve dönmüştü. Sık sık nefes almaktan sızlayan ciğerleri ve kranplarla kasılan bacakları isyan bayrağını çoktan açmış olmalarına rağmen inatla koşmayı sürdürmüş, soğuk havaya rağmen sırıl sıklam terlemişti.
İşin acı tarafı ise her gün koşuyu uzatarak, vücuduna yaptığı işkenceye inat duyduğu sesler artarak çoğalıyordu.
Her köşe başında kimlik konturolü yapıldığını bildiğinden bir aydır şehre inemiyor olması bu buhranın en büyük nedeniydi. Bir süre sessiz ve görünmez olarak ortalığın yatışmasını beklese de uzun süre kapalı kalmak geçmişin acı hatıralarını gün yüzüne çıkarıyordu.
Kalabalığa karışmayı sevmese de, şehrin gürültüsü ve karmaşasının, beynini kemiren düşünceleri geri plana attığı gerçeğini inkar edemezdi.
İlk bir kaç hafta ormanda koşuya çıkması bu durumu yatıştırsa da son zamanlar da pek işe yaradığı söylenemezdi.
Bedenine yaptığı zulmün nedeni de buydu.
Hatta dün kulaklarında yankılanan sesler o kadar korkuç seviyeye ulaşmıştı ki duvara kafa atarak kaşının açılmasına bile neden olmaktan geri kalmamıştı.
Hafıza kaybı geçirmeyi yürekten dilese de belli ki acılarını unutmak iyi insanlara verilen bir armağandı. Ece gibilerin ise yaşadıklarını ve yaşattıklarını  hatırlayarak acı çekmekten başka bir şansı yoktu.

Koşudan sonra duşa girerek vücudunu dinlendirse de gerilen sinirlerine sıcak su birşey yapmadığından kararlı bir şekilde hazırlanmaya başladı. Çıldırıp ormanda kaybolmak istemiyorsa içinde bulunduğu yanlızlıktan ve sessizlikten kurtulmak zorunda olduğunu  farkındaydı.
Özel odasında hazırlanmasını bitirdiğinde aynanın karşısına geçip son defa kendine baktı.
Siyah kumaş pantolonu, kahvrengi paltosu, koyu kahverengi lensleri ve kumral omuzların da biten peruğuyla oldukça şık ve sıradan görünüyordu.

Her an karşısına neyin çıkacağını bilmediğinden yıllardır kalabalığa hiç kendi görüntüsüyle karışmamış olması bu zamana kadar yakalanmıyor oluşunun nedenlerinden biri sayılırdı.
Yine de bunu şuan tanınmamak için mecburiyetten yapıyor olması canını sıkıyordu.

Ece, şehre inince uzun süre kalabalık sokaklarda boş boş dolanıp, mağazaları doldurup boşaltan, aldıklarıyla mutlu olan alamadıklarıyla hüzünlenen insanları izledi.
Bu kadar küçük şeylerden mulu olmalarına imrenirken önemsiz şeyler için üzülmelerine anlam veremiyordu.
Belki de diğer insanların sahip olamadıkları objelerin, kendisinin ulaşamayacağı şeylerden basit olduğunu düşündüğü için Ece'ye saçma geliyordu.

İnsanların ufak tefek sorunlarına kafa yormak, iç sesini susturunsa da guruldayan midesine bir etkisi olmayınca ara sokaklardan birinde bir lokantaya girip oturdu.
Sipariş ettiği yemeğini yerken bir yandan da oturduğu cam kenarının karşısında ki okulun bahçesin de koşturan çocukları seyrediyordu. Çocukların masum kahkahaları son zamanlarda gerilen sinirlerini yumuşatırken, içini dolduran huzur gülümsemesine neden olmuştu.

Bu güzel potrede ki minik ama korkunç detayı fark ettiğinde ise huzurun yerini öfke sarmıştı. Anlaşılıyordu ki herkez gibi hayatın gülen yüzünü görmek yerine, kötü noktasına takılmak Ece'nin kaderiydi.
Yada bardağın dolu tarafından çok boş tarafını incelediği için hep böyle şeylerle karşılaşıyordu.

Ya bir mıknatıs gibi belayı kendine çekiyor, yada belayı rahat bulabileceği yerlerde gezinip kötülük arıyordu.
Bunların birine yada hepsine sahip olması bir yana bir aydır uğuldayan seslere yeni birini eklemek üzereydi.

Okulun bahçesinin dışında ki köşede gizlice orta okul çocuklarına uyuşturucu satan adamı görünce "kahretsin, hep beni bulur" diye söylenerek masaya hesaptan fazla parayı koyup dışarı fırladı.

ECEL  (Ölüm kraliçesi) *TAMAMLANDI*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin