Sabah kalktığımda düne göre vücudumun daha iyi olduğunu hissedebiliyordum. Yine de temiz hava almak için sabah erkenden bahçeye çıktım.
Henüz uyanan çok kişi yoktu. Hermione dün gece beni beklemiş, sonra biraz konuşmuştuk. Yani o da uykusuzdu.
Beni ise sabaha karşı gördüğüm kabuslar ayakta tutuyordu. Rüyamda bir gölgenin bana elini uzattığını görüyordum. Yapma diyerek fısıldıyordu. Ben de bana uzattığı eli tutmak yerine geri geri gidip düşüyordum. Tam o anda da uyanmıştım zaten.
Buraya gelmeden önce Voldemort'la karşı karşıya gelmeyi göze almıştım zaten. Onu görmeyi, onunla konuşmayı göze almıştım. Ama şimdi bunun yakın bir zaman da olabileceği hissi ruhumu adete kemiriyordu.
Neydi korktuğum? Beni öldürmesi miydi? Yoksa bana baba rolü yapıp, yanında olmamı isteyebileceği miydi?
İhtimal vermek istemesem dahi, onun babam olduğu gerçeği değişmezdi. Daha 4 yaşındayken kendime yasaklamıştım, 'anne, baba' kelimelerini.
Ve şimdi ben burdaydım. Bu okulda, sevdiğim insanların ve sevgilimin
yanında.Ben bunları düşünürken az ileriden bir gölge geçti. Yanlış gördüğümü ssnıcaktım ki tekrar gördüm. Bahçeden çıkıp, içeri girdim. Öğrenci değildi, emindim. Ne binasına ait olan
üniforması vardı ne de öğrenciler kadar kısaydı.Sağa dönüp o şeyi son gördüğüm yere doğru yöneldim. Etrafta kimse yoktu. Arkamda da.
Öğrenciler hala kalmamıştı. Koridor boyunca biraz ilerlediğimde tekrar gördüm onu. Ne yaptığımı bilmeden peşinden tekrar koşmaya başladım.
"Hey, bekle."
Elimi cebime atıp, asamın orda olduğunu kontrol ettim.
O sırada onu gözden kaybettim. Bende koridor ayrılana kadar koştum. En sonunda yoruldum ve ayrımda durdum. Duvara yaslandım. Boş yere koşmuştum belkide. Nefes nefese kalmıştım.
Belkide iyice kafayı yiyordum. O sırada sağ ayrımdan bir kapı kapanma sesi geldi.
Nefesimi sakinleştirip, oraya doğru gittim. Sağa döndüm ve sesin gelebilecek olan en yakın kapıyı yavaşça açtım.
Burası sınıftı. Ama etrafta kimseler yoktu.
"Hey!" diye seslendim.
Ama sınıf tamamen boştu. Yavaşça ilerledim ve sınıfı gözledim. Sesin geldiği kapının, bu odanın kapısı olduğuna emindim.
Bu sınıfa daha önce gelmemiştim. Sıradan bir sınıftı. Etrafı iyice inceledikten sonra gözüm profesör masasına kaydı.
Masanın üzerinde bir mektup vardı. Masaya iyice yaklaşıp mektubu elime aldım. Açılmamıştı.
Ama asıl ayrıntı üzerinde Miranda Matthews yazıyordu.Nerden geldiğine ait yada başka Bir şey yoktu. Hızla mektubu açtım. Bu mektubu az önce peşinden koştuğum kişi olduğuna emindim. Ben hayal görmüyordum. Gerçekten biri vardı. Ve bana bilerek göründü.
Mektubu açıp okudum.
'Miranda,
Emin ol, seninle oturup konuşmayı çok isterdim. Ama şartlar bunu kabul etmiyor. Ne ben sana güvenebilirim, ne sen bana. Sana yardım etmemin tek sebebi düşmanlarımızın aynı kişi olması.
Yarın akşam temkinli ol. Seni uyarıyorum. Mümkünse yatağından hiç çıkma. İstersen rüyanda pek sevgili profesörünü gör. Çünkü yarın akşam yanına gelemeyecek kadar mühim bir işi var. '
Başka hiç bir şey yazmıyordu. Ne bir imza, ne de başka bir şey.
Severus'tan bahsettiği belliydi. Ama Severus' u sadece yakınlarım biliyordu.
Ayrıca bu mektup yarın odamda kalmam için değil, tam tersine beni kışkırtmak için bırakılmıştı. Yarın her ne olucaksa, orda olmamı istiyordu.
Ve ben bunu bile bile yarın ne olucaksa, bende orada olucaktım.
*****
Kahvaltıdan sonra Hermione'yle kütüphanede buluştuk. Ona, bulduğum - daha doğrusu bana verilen - mektubu söylemekte kararsızlık yaşıyordum.
Çünkü eminim, ona bundan bahsetsem ya beni gitmemem konusunda ikna etmeye ya da benimle birlikte gelmeye kalkışırdı.
Benim için güvenli olmayan bir yere onu da sürükleyemezdim. Madem gidiceğim, bunu tek başıma halledeceğim.Ama başıma bir şey gelirse, sonrasına başımın etini yemesinden de korkmuyor değildim.
Bu yüzden kararsızlık halinde ve aklımı meşgul eden sorularla birlikte, okuduğum kitabın paragrafını dakikarca tekrar tekrar okuyordum.
Daha fazla dayanamayıp, kitabı hızla kapattım.
Korkup bana pörtlek gözlerle dönen Hermione'yi görünce, tüm bıkkınlığım bir kahkahaya dönüşmüştü.
"Merlin aşkına, kitap sana ne yaptı da bu kadar işkence ediyorsun !"
O hala bana bakarken ben gülmeye devam ediyordum.
"Gül sen gül. Sınavda görüceğim ben seni."
Dedikleriyle moralim tekrar bozulmuştu.
Gülmeyi kestiğimi farkedince, bu sefer kahkalar atmaya o başlamıştı.
İyice sıyırdığımızı düşünüp yerimden kalkıp, Hermione'yi ve kahkahasını tek başına bırakmıştım.
Kütüphaneden çıkınca Ron'la karşılaştım.
"Günaydın." diyerek ona selam verdim.
O ise o kadar dalgındı ki beni sonradan farketti.
"Günaydın Miranda."
Endişeli gibi duruyordu. Nedenini bilmiyordum ama bu öğrenmemem için bir sebep değildi. Kendime gülüp, Ron'a seslendim.
"Sen iyi misin?"
"Evet, iyiyim. Kötü mü görünüyorum yoksa?"diyip kıyafetlerini düzeltmeye başladı.
"Hayır, hayır. Öyle değil. Sanki endişeli gibisin. Bir şey mi oldu?" dememle birlikte hemen konuşmaya başladı.
"Ah, hayır. Kesinlikle bir durum yok. Yani, her zaman ki gibi. Hıh, bilirsin."
Biri Ron'a yalan söyletmeyi öğretmeliydi. Hem de acilen.
"Ron, dökül."
Derin bir nefes alıp, etrafı incelemeye başladığını görünce önemli bir şey olduğunu anlamıştım.
Onu kolundan çekip koridorun diğer tarafına çekmiştim.
"Hadi anlat."
"Bak kimseye demiceksin. Tamam mı? Yoksa Harry beni öldürür."
"Tamam dedim ya. Ayrıca Harry şimdi nerde?"
"Harry'e bir mektup geldi. Bu iki gün içinde güvenli bir yerde olmasını söyleyen bir mektup. Bunu Dumbledore anlattı. O da onu güvenli olduğunu düşündüğü bir yere yolladı. Dumbledore, bana da etrafta şüpheli bir şey görürsem ona iletmem gerektiğini söyledi. "
"Ne? Bir saniye. Bu mektup Harry'e ne zaman geldi."
Büyük ihtimalle mektup sadece bana yazılmamıştı, aynı kişi Harry'e de yazmıştı.
"Bilmiyorum ama Harry mektubu sabah bulmuş."
Çıldırıcam. Bitmiyor sınavlar. Bir yandan Osmanlı bir yandan Tanzimat dönemi. Ve ikiside aynı gün sınav. Where is the adalet?
Wldlşeldödd.
Medya= Sınavlara olan- olmayan- tepkim.Yaa bi de beğendiyseniz vote atabilirsiniz yani sşldldlxkd.
*838*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Severus Snape
FanfictionSeverus Snape'in acı dolu hayatını bitirmeyi üstelenen bir genç kızın hikayesi bu. **** Ne ara yaşanmıştı bunlar. Ne ara onu görmeden bile o olduğunu tahmin edebilmişti. Onca gerçeğin arasında bildiği tek şey vardı ki. 'Aşk, ne yaş tanır ne de zam...