Odanın kapısını tıklayıp içeri girdiğimde Green ceketini giyiyordu. Elimi montumun cebine atıp telefonu çıkarırken "Nereye gidiyorsun?" diye sordum.
"Sahilde ateş yakacağız. Sen de gel."
Yüzümü buruşturup itiraz etmeye hazırlandım ki o ben de önce davrandı ve itiraz eden taraf o oldu.
"Lütfen. Ben de ortada olacağım. Tek kalmayacaksın."
Gönülsüz bir şekilde "Tamam." dedim ve elimdeki telefonu Green'e uzattım.
"Bill telefonumu verdi. Şifresini sen biliyormuşsun sanırım. Ben açamadım."
Telefonun yanındaki düğmeye basıp açılmasını beklerken "Telefonu daha sana yeni mi veriyor? Cidden saçmalık." diye söylendi ve ekran açılınca şifreyi girerek bana uzattı.
"Ayarlardan istediğin zaman şifreyi değiştirebilirsin. Burada herkesin kendine ait numarası var. Kendi numaran rehberinde vardır. Benimkini de kaydederiz."
Şifreyi girdikten sonra ekrana gelen duvar kağıdında buraya ilk geldiğim gün gördüğüm o sembol vardı. Üzerinde gül dövmesi olan bir elin avucundan geçmiş bir bıçak ve bileğe dolanmış zincir olan bir sembol. Bunca zamandır buradayım ve hala bu sembolün anlamını öğrenmemiştim. Merak ediyordum üstelik. Ekranı kapatmadan önce şifreyi sordum Green'e.
"Şifre ne?"
"Bir dokuz beş altı."
"Bin dokuz yüz elli altı yani."
Ülkenin bölgelere ayrıldığı ve insanların sınıflaştırıldığı iğrenç tarihi bu denli özümseyip telefon şifresi mi yapmışlardı? Aklımı kaçırmak için birçok sebebim oluyordu burada gün geçirdikçe.
"Geliyor musun?"
Telefonun ekranını kilitleyip Green'in ardından odadan çıktım. Geniş bahçeyi çevreleyen duvarın köşesinde kalan aralıktan geçerek sahile inen yola girdiğimizde uzaktan müzik sesi gelmeye başlamıştı. İnce toprak yol bittiğinde geniş kumsala ulaştık. Denizin kıyısına yakın bir yerde, geniş bir alanda ateş yakmışlardı ve etrafında oturuyorlardı. Çok kalabalık olacaklarını düşünsem de durum tam tersiydi; en fazla on beş ki vardı.
"Selam."
Green iki elini de şortunu cebine sokarak neşeli bir selam verdiğinde herkes bu tarafa döndü. Ben ise ağzımı açıp tek kelime etmiyordum. Green ortadaki kutudan bir şişe bira alarak boş yerlerden birine oturduğunda onun yanındaki diğer boş yere de ben oturdum. Etrafıma bakmamaya özen gösteriyordum çünkü Zayn'in de urada olduğunu uzaktan görmüştüm. Onun yüzünü görmeye tahammül edemezdim, ona olan öfkem hala karşımda yanan ateş gibiydi; harlı. İçimde bütün gücüyle yanıyordu, canlı ve harıl harıldı.
Dudaklarımı kemirirken bir yandan da tırnaklarımın kenarına bulaşan ojeleri diğer tırnağımla kazıyordum. "İster misin?"
Green'in bana uzattığı bira şişesine baktım ve başımı iki yana salladım. Gözümün etrafa kaymaması için o kadar çaba sarf ettim ki hemen yine önüme dönmek zorunda kaldım. Cebimdeki telefonu çıkarıp biraz kurcalamak istedim. İlk önce şifreyi değiştirmem gerekiyordu. Ayarlar kısmından şifreyi değiştirebileceğim kısmı bulup mevcut şifreyi kendime göre bir şifreyle değiştirdim. Ayarlardan çıkıp rehbere girdiğimde listenin en başında çıkan kişi Bill'di. Daha sonra benim kendi ismim vardı. Adıma tıklayıp numarama baktım ve sessizce mırıldandım istemsiz bir şekilde.
"Kırk dört on yedi sıfır altı doksan beş ."
Kaşlarımı çatıp doğru mu anladım diye algılamaya çalıştım. Kırk dördün ne anlama geldiğini bilmiyordum fakat telefon numaram doğum tarihimdi. Rehberden çıkıp uygulamaları kurcaladım biraz. Bir tane sosyal medya uygulaması olduğunu tahmin ettiğim bir uygulama vardı bir tane de mesaj uygulaması ama bunlar da yine bu bölgeye aitti. Her bölgenin telefon sistemi, numara sistemi ve uygulamaları farklıydı ne de olsa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
West Coast
FanfictionSadece birkaç dakikada hayatınız hiç ummadığınız bir şekilde değişebilir mi? Peki ya hayatınızın bittiğini düşündüğünüz noktada ya hayatınız aslında yeni başlıyorsa? Doktor Bethany Davis işlemediği bir suç nedeniyle ülkenin Batı Yakası'na gönderildi...