twenty seven

1K 118 51
                                    

bu bölümü billie eilish - lovely ya da sofia karlberg - lonely together ile okumanızı tavsiye ediyorum ikisi de spotify'da var ztn

Öylece kalakalmıştım olduğum yerde. Ne yapmam, ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Sorusu öylece havada kalmıştı. Onu kendisiyle başbaşa bırakmam gerekiyordu ama bunu yapmak istemiyordum. Kendine zarar verme ihtimalini düşünüyordum. Şuanki psikolojisi her şeyi yapmaya itebilirdi onu.

Camlara dikkat ederek temkinli adımlar attım ona doğru yaklaşırken ve sırtını yaslandığı yatağın yanına çöktüm. Elindeki biea şişesini sımsıkı tutuyordu. Şişeyi elinden almak için uzanmak istedim ama şişeyi kaldırıp biradan bir yudum aldı.

"Zayn..."

Adını söyledim sadece ama diyecek başka bir şey bulamadım. Onu ne darmadağın etmişti böyle? Dağınıklığını toplamak için ona yardım etmek istiyordum ama ona uzatacağım yardım elini iteceğini de biliyordum. Şişeyi tutan eline baktım. Cama yunruk attığı eli bu olmalıydı. Kesiğin üzerindeki kan hâlâ kurulmamıştı hatta kanın akışı tam durmuş bile değildi. Kesik çok derin gözüküyordu, belki de dikiş atılması gerekiyordu.

Çekeceğini bile bile eline uzandığımda daha dokunmadan çekti elini ve birden bana baktı. Onun gözlerinde ilk defa kırgınlık gördüm. Ruhunun ışığı tamamen sönmüş gibiydi. Bedeni sanki tamamen yıkılmıştı ve Zayn enkazın altında kalmış, son nefeslerini alıyor gibiydi. Darmadağındı.

"Eline bakmama izin ver."

Elini kaldırıp kesiğe baktı ve sonra eli sanki ona ağır geliyormuş gibi öylece bırakıverdi yere. "Gerek yok Doktor." dediğinde sesi zar zor çıkmıştı.

"Yaran çok derin. İz kalır."

Komik bir şey söylemişim gibi yarım ağız güldü "Ben yara izlerine alışkınım." dedi. Sonra ise üzerinden hiç eksik olmayan o siyah atletinin yakasını sıyırıp göğsündeki kesik izlerini gösterdi. Şok olmuştum. Göğsünde belki de yirmiden ya da otuzdan fazla büyüklü küçüklü bıçak izleri vardı. Nir tanesi hâlâ tazeydi, dün yeni çizmişti polis onu.

"Bu yaralar bir gün elbet geçiyor Doktor."

Atletinin yakasını biraz daha aşağı çekip işaret parmağını tam kalbinin üzerine koyduğunda başını yana eğmiş gözlerimin içine bakıyordu.

"Peki ya buradaki yaralar nasıl geçiyor? Sen doktorsun, bilirsin."

Olduğum yerde yanına öylece çöküp kalmıştım. Boğazım sızlıyordu, gözlerim yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Yutkunamadım. Kalbinin bu kadar kırık olduğunu bilmek benim de kalbimi kırmıştı. Keşke onu bu kadar derinlerinden daha erken tanıyabilseydim.

"Onların," diye başladım söze ama boğazım o kadar yanıyordu ki konuşamıyordum. Yüzüne dahi bakamıyordum, gözlerindeki o kırgınlık ifadesini görürsem eğer ağlarım diye korkuyordum. Derin bir nefes çekemeye çalıştım ama hava ciğerlerime kesik kesik dolmuştu. Cesaret bulup gözlerine baktım ve "O yaraların tedavisi yok. Onlar hiç bir zaman tamamen geçmez." diye devam ettim.

Sanki hayalleri kırılmış küçük bir çocuk gibi umutsuzca başını öne eğdi ve "biliyordum" der gibi belli belirsiz gülümsedi buruk bir şekilde. "Ama," diye söze başladım ve yüzümü görmek için biraz eğildim ona doğru. O da zaten gözlerime bakmak için anında başını kaldırmıştı.

"Acılarını biraz olsun dindirebilmenin bir yolu var."

Gözleri arada bir karşıya arada bir bana bakıyordu. Söyleyeceğim şeyi deli gibi merak ediyordu ama etmiyormuş gibi gözükmeye çalışıyordu. Sonunda dayanamadı ve "Neymiş o?" diye sordu kelimeler ağzında yuvarlanırken.

West CoastHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin