Sevişmiştik.
Üstünden 2 gün geçmiş olmasına rağmen dokunuşları hâlâ tazeydi. Bedenimin her bir yanında hissediyor ve garip bir şekilde onu tekrar istiyordum.
Tekrar, tekrar ve tekrar.
İlkim değildi ama açık ara önceden birlikte olduğum herkesten daha iyiydi. Beni becerirken sertti ama aynı zamanda tutku doluydu hareketleri. Canım acımıştı, kasıklarımdaki ağrılar yeni yeni geçiyor sayılırdı.
Yine de hareketleri ne kadar sert olursa olsun attığım çığlıklar aldığım zevkin kanıtıydı.
Beni sevdiğini o an gözlerinin içine bakarken hissetmiştim. Gerçekten seviyor ve bunu bana belli etmekten çekinmiyordu, korktuğum şey artık benim de ona bağlanma ihtimalimdi.
Onu hâlâ tanımıyor ve sanki tanıyamayacak gibi hissediyordum. Bu yüzden avcumun içinde sıkıca tuttuğum lazeri kullanmam gerektiğine emindim.
Birlikte olduğumuz gecenin sabahına beraber uyanmış, günün neredeyse tamamını beraber geçirmiştik ama dediği gibi çizdiği resimlerimi getirmemişti. Zaten o kadar doluyduk ki benim de aklımdan çıkmış, sorun etmemiştim. Ancak akşam çalan telefonuyla evden kaçar gibi çıktı, aynı Louis ile beraber Lennox'la olan buluşmama gittiğim gün yaptığı gibi.
Bir şeyler dönüyordu ama sormamıştım, bilmem gerekse bana anlatırdı.
Çıktığı zamandır geri dönmemişti. Ben de bugün Louis ile alışveriş merkezine gidip bir dükkandan bu lazeri almıştım. Evin etrafında dolanan korumalardan kurtulmamın tek yolu buydu.
Kaldığım odanın ön cama bakan kısmına geçip lazerin tuşuna bastım ve bahçe duvarlarından birine tuttum. Camın yanına çömelmiştim. Korumalardan biri lazeri fark edip belindeki silaha davrandığı an kapatıp çömeldiğim yerde durdum.
"Joe!" diye bağırdı muhtemelen kırmızı noktayı gören adam. "Herkesi topla, ön kapıyı kolaçan edin!"
Kısa süre içinde bahçedeki adım sesleri koşuşturmaya dönmüştü. Tuttuğum lazeri son bir kez açıp bir yerlerde dolaştırdım ve kapatıp cebime attım. Arka bahçeye baktığımda oranın bomboş olduğunu görmüştüm, çıkmak için sayılı saniyelerim vardı.
İkinci kez düşünmeden balkonun demirlerinin dışına çıktım, neyse ki yüksek değildi. Kendimi aşağıya bıraktığımda çimlerin üstüne popo üstü düşmüştüm.
Bahçe duvarının önündeki koca ağacın dalına zıplayıp kendimi duvarların arkasına attığımda dışarıdaydım. Korumalar hâlâ bahçede koşuşturup bir şeyler söylerken artık ne yapacağımı bilmiyordum.
Sadece koştum.
Arada birkaç arabanın geçtiği yolu hızlıca koşarken telefonumun çalıp ekranda bilinmeyen bir numaranın olduğunu görünce bir süre numarayla bakışıp daha sonrasında açmıştım.
"Sola sap. Yolun sonunda bir araba var."
Telefon yüzüme kapandığında bu sesin kime ait olduğunu düşünmüştüm. Biri muhtemelen beni izliyordu ama geri dönmek için çok geçti.
Sola sapıp yolun sonunda farlarını yakmış bekleyen arabayı görünce bindim. Araba hızla hareket edip şoför tek kelime etmeden sürmeye başlamıştı.
"Bana zarar verecek misiniz?" dedim sindiğim yerden şoföre bakarken. Cevap vermedi.
"Bıçağım var." Yalan söylüyordum, bıçağım yoktu.
Alayla dolu bir kıkırtı duyduğumda bunun Benim silahım var, demek olduğunu biliyordum.
"Bana zarar verirseniz Zayn sizi öldürür."
Tekrar cevap alamadığımda sadece arkama yaslanmış, yapabileceğim tek şeyi yapıp beklemeye başlamıştım. Uzun sayılabilecek bir yolculuğun sonunda küçük, tek odalı bir eve varmıştık.
Tekin görünmüyordu.
Arabayı süren kişi inip benim de kapımı açtığında inip telefonumun arka cebimde olduğuna emin oldum. Zayn'in beni bu şekilde bulabileceğini biliyordum, bana kızacaktı ama ortalarda olmadığımı fark edince en azından kurtarabilirdi.
Beni bırakmazdı, buna emindim. Buradan tek başıma çıkamayacak olursam o gelirdi.
Şimdi bile yokluğumu öğrenip peşime düşmüş olma ihtimali yüksekti, bu yüzden eve ilerledim. Tahta kapının açık olduğunu görünce yutkunarak kapıyı ittirmiş, gıcırdayarak açılıp içerideki beyaz ışığı ve sandalyeyi görünce kaçmak istemiştim.
Sandalyede biri oturuyordu ancak yüzü öne doğru düşmüştü. Geriye adımladığım sırada az önceki şoför kolumu sıkıca kavramış ve "İlerle." demişti. Sesini duyunca bunun telefondaki adam olduğunu anlamıştım.
Kaçışım olmadığı gerçeği yüzüme çarptı. Muhtemelen ben de birkaç dakika sonra sandalyedeki kişinin haline gelecektim.
İçeriye girdim.
Tahta kapı arkamdan gürültüyle kapandı. Sıçrayarak anında kurumuş olan boğazımı yutkunup tekrar ıslatmaya çalıştım ama nafile, ne yaparsam yapayım içimdeki korku dinmiyordu.
"Reza?" Beni buraya o çağırmıştı, peki ama o neredeydi?
Sandalyedeki kişi sesimi duyunca başını zorlukla kaldırıp yüzüme baktı. Karşımda Reza Pedra'yı ilk görüşüm aksine bu halde görmek elimle ağzımı kapatmamı sağlamıştı.
Ona ne olmuştu böyle? Güçlü duruşu yoktu. Gözlerindeki kendinden emin hâl bile sönüp gitmiş, aksine yaralar ve kanlar vardı.
Bunu kim yapmıştı?
"Ona iyi bak." Çok iyi tanıdığım o gür sesi duyunca olduğum yere çivilendiğimi hissettim. Ensemdeydi. Hemen burada, arkamdaydı.
"Basit oyunlarla o gerizekalı orospu çocuklarını kandırabilirsin," dediğinde artık arkamdaki varlığını daha yakın hissediyordum. Korumalardan bahsediyordu. Bunu bile biliyordu. Beni es geçip gitti, Reza'nın tam önünde durup yüzüne tükürdüğünde gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatmıştım.
"Ama senin yemlendiğin tüm bu oyunları ben kazanalı çok oluyor."
Sözlerinin altındaki imayı hissettim. Burada olmasaydım bu sandalyede oturan Reza değil, sen olacaktın, demek istemişti.
"Zayn-"
Sözümü kesip bana doğru döndü.
"Her ne bilmek istiyorsan bana sor, benden öğren. Daha sonra seni bırakacağım."
Son cümlesi içime anlam veremediğim bir his yayarken korkum tamamen uçup gitmiş, yerine yalnızca kalbimi neredeyse durduran bir acıyı bırakmıştı.
Hislerimin yüzüme yansıdığına emindim. Ancak o bana böyle duygusuz bakarken bir şey söylemek zordu.
Bunun beni mutlu etmesi gerekirdi. Gidecek olması tek hayalimken şimdi ne hissediyordum? Gözlerinde ilk defa tanıyamadığım bir bakış olması, bana yabancı olduğunu hissetmek beni neden yaralıyordu?
"Bırakmak mı?"
Bakışlarında tek bir değişiklik olmadı. Duygusuz, sert, kaya gibiydi.
Başını yavaş hareketlerle salladı.
"Benden gerçekten nefret ettiğini hiçbir zaman görememiştim," dedi. Bir an için tüm o duvarlarının yıkılıp, omuzlarının çöktüğüne şahit oldum ama o kadar çabuk toparladı ki neredeyse hayal gibiydi. "Ama beni sevmemen yetmiyormuş gibi nefret etmek için sebepler arıyormuşsun ki buraya bile gelecek cesareti gösterdin."
Bir şey söylemek için dudaklarımı aralıyordum ki bana şans vermedi.
"Her şey için cesaretin vardı Hazel, buna rağmen elimi bir kez olsun tutmadın. Beni sevecek olmanın ihtimalinden bile nefret ettin."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
common • zayn
FanfictionHer ne pahasına olursa olsun beni istiyordu ve o istediğini almanın bir yolunu hep bulmuştu.