Hayatımın nereye gittiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Kafeyi dolduran Sia'nın sesi eşliğinde bir oraya bir buraya koşturuyor, siparişleri yetiştirmeye çalışıyordum.
İçimde garip bir heyecan vardı. Luke'un gelip gelmeyeceğini merak ediyordum. Dün resmen flört etmiştik, değil mi? Ondan etkilenmiştim.
"Justin," Mutfak tezgahına yorgunca yaslandığımda bulaşıkları yıkarken "Efendim?" diye mırıldandı. "Luna ile konuşabildin mi? Ben arayamadım dün."
"Evet. Durumlar karışıkmış."
"Öyle mi? Ne olmuş?"
"Jackson var ya, hastaneye kaldırılmış." Jackson, Aurora'nın küçük erkek kardeşiydi ve bacaklarındaki sorundan dolayı yürüyemiyordu. Probleminin doğuştan olduğunu biliyordum.
Kalbime yayılan korkuyla tam olarak ne olduğunu sordum. Aurora ile anlaşamasak ve ona büyük bir ayıp yapmış bile olsam kardeşinin bu işle alakası yoktu. O henüz çok küçüktü, yaşaması gereken dopdolu bir hayat vardı.
"Merdivenlerden düşmüş."
"Ne? Tekerlekli sandalyedeki çocuk merdivenlerden mi düşmüş?"
"Garip... Ama evet."
"Justin, Aurora'nın Jackson'ı her zaman aşağı katta bıraktığını biliyoruz. Ayrıca yanında bir de yardımcı kalıyor."
"Hazel," Justin sesini daha da düşürdü. "Annesinin yaptığını düşünüyoruz."
Anında bunun düşüncesi ile gözlerim doldu. Mümkündü. Aurora'nın annesinin keyfine düşkün olduğunu biliyorduk. Babası yoktu, sorumsuz bir anne ile yaşamak zorundaydı.
Annesi, öz oğlunu merdivenlerden itmiş olabilir miydi?
"Sen ciddi misin?!" Ağzım hayretle açılırken verdiğim tepki de dolayısıyla yüksek olmuştu.
"Sessiz ol."
"Tanrım... İnanamıyorum. Jackson iyi mi?"
"Başı ağır hasar almış ve birkaç gün hastanede tutacaklarmış."
"Peki ya annesi?"
"Eğer iten oysa öğrenilir ve bu iş hapisle sonuçlanır. Hak ettiği de bu zaten. Sürtük kadın."
"Ziyarete gitsek mi?"
"Hazel... Son yaşadıklarınızdan sonra seni görmenin Aurora'ya iyi geleceğini düşünmüyorum. Sinirleri bozuk, yanlış bir şey yapabilir veya söyleyebilir."
Utanca boğuldum. Aurora'nın rencide olmasına sebep olmuştum. İç çekerek Justin'le birkaç kelime daha lafladıktan sonra mutfaktan çıkmış ve işe devam etmiştim. Jackson'ın düşüncesi kafamı yeterince doldururken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamış, birinin ismimi seslenmesiyle daldığım düşüncelerden sıyrılmıştım.
Sesini hemen tanıdım.
Luke'un oturduğu masaya doğru yürürken yanında bu kez Mel yoktu, tek gelmişti. Tebessüm ederek karşılamaya çalıştım ama aklımı dolduran düşüncelerin buna izin vereceği yoktu. Daha fazla uğraşmadım, sanırım somurtuyordum.
"Hey, neyin var senin?"
"Hiç. Yoruldum sadece. Hoşgeldin, ne alırsın?"
"Biraz oturabilir misin?"
Karşısındaki sandalyeye çöktüm.
"Cidden neyin var? Dün böyle değildin."
Pes edercesine nefes verdim. "Bir arkadaşım hastanede de, ona üzüldüm. Sorun yok."
![](https://img.wattpad.com/cover/195393637-288-k761927.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
common • zayn
FanfictionHer ne pahasına olursa olsun beni istiyordu ve o istediğini almanın bir yolunu hep bulmuştu.