Ey sevgili hayalet okurlarım, bu zavallı kadın burada sizin yüzünüzü güldürmek için uğraşıp kitap yazma çalışırken, siz neden şu küçük minicik yıldıza basmamak da ısrar edersiniz onu da anlamış değilim ya. Neyse! Bu bölümü bari okurken beni kırmayıp yıldıza basın...
Hadi size iyi okumalar😘
Onu kollarıma aldım ve sıkıca sarıldım. Benim sevgili noktam kollarımda yine sessiz gözyaşı dökerken, onun her bir damla gözyaşın da içimden Hakan'a küfürler ediyordum... Kollarımın arasındaki Gülsüm aniden kahkaha atmaya başlayınca, ne yapacağımı şaşırdım kaldım. Panikle kollarından tutup kendimden uzaklaştırdım ve yüzüne korkuyla baktım.
"İyi misin Gülsüm?"
"İyiyim iyi, bugün o ismi lazım değil mahlukat beni sinir ettiği için arabasının lastiğini delmiştim, ben bir anlık sinirle bunu nasıl yaptım diye kızıyordum kendime ama oh iyi yapmışım iyi ki yapmışım diyorum şimdi. Az da olsa içimdeki yağlar eridi."
Onun ağlamakla gülmek arasında kalmış beyaz yüzüne baktım, aslında ağlamak isterken güçlü görünmek için yüzüne zoraki gülümseme kondursa bile acı çektiği ela gözlerinden o kadar belli oluyordu ki. Yanındayım demek için elini tutup sıktım, "seni böyle üzdüğü için o biçimsiz ayıdan nefret ediyorum"
"Boş ver Zeynep'im, o bile onun için bir duygu, ben artık ondan nefret dâhi etmek istemiyorum eğer ondan nefret etmeye başlarsam, bir gün onun'la yollarımız tekrar kesişince bu içimdeki aşk tekrar ortaya çıkar diye korkuyorum."
"Bana söz ver Gülsüm, o biçimsiz ayıdan uzak duracağına dair sen den söz istiyorum."
Bu defa o benim elimi tuttu. "Söz veriyorum canım, o insan görünümlü ayıya gününü göstereceğim. Ona harcadığım o beş yılın hesabını sormazsam bana da Gülsüm demesinler."
"Gülsüm..."
Elini kaldırdı ve konuşmama engel oldu. "Hadi kalk, ben İtalya ya gitmeden önce, son kez Şeref ağabeyin yanına gidelim."
Mecburen iç çekip ona tamam dedim. Songül teyzeme bizim'le gelip gelemeyeceğini sorduğumuzda siz gidin ben Yılmaz'la konuşacağım demişti. Gülsüm'le arabaya binip Sıhhiye ye doğru doğru yola çıktık. Parkın giriş kapısının yanında duran Şeref ağabeyin kokoreç arabasını görünce arabayı onun yanına park ettim. Yine her zamanki gibi seyyar arabasının önünde olan tabureler doluydu. Gülsüm'le birlikte arabadan inip Şeref ağabeyin yanına doğru giderken, köşede oturan iki kızıl dikkatimizi çekti.
"Sana inanamıyorum Ceren ya, yeni keşfettiğim bir yer var deyince ben de adam gibi bir yere getireceksin sandım ama senin beni getirdiğin yere bak!"
"Ben seni açık havada nezih bir yere yemeğe getirmişim senin söylediklerine bak, al sana mis gibi temiz hava daha ne istiyorsun ikiz ya!"
"Ceren!" Küçük kızıl neredeyse yerinden kalkıp karşısındaki kopyası olan kızıl afete atlayacak gibi bakıyordu. Diğeri umursamaz bir edayla Şeref ağabey'e "ağabey bize iki yarım kokoreç, bol kekikli olsun ama yanında da iki ayran sana zahmet" dedi.
"Ben kokoreç falan yemiyorum seni canavar! Sen nasıl o zavallı kuzucukların bağırsağını yiyebiliyorsun Ceren ya, iğrençsin!"
"Şimdi Ceydacığım ağabey ekmek arasını getirecek, ben de içine kekiği bolca dökeceğim, yanına da şu acı biberlerden de ısırınca görürsün nasıl yediğimi." Derken dudağını yaladı, karşısındaki kızıl ise ona tiksintiyle bakınca, Gülsüm'le birlikte onların hâline kıkırdadık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Raslantı'nın Böylesi (Tamamlandı)
Romantizm"Bağırmasana be kadın kulağımın zarını patlattın!" Deyince kan beynime sıçradı! Sinirle gözlerimi açtım ve beni tutan kollara baktım "Sen de önüne bakarak yürüsene be adam! Senin yüzünden ikinci defa yeri boyluyordum" dedim. Ama onunla gözlerimiz bu...