Hayatımda gördüğüm en güzel şey olabilirdi o. Minicik yüzü, minik burnu ağızı ve dudakları o kadar güzeldi ki, saatlerce ona bakarak ağlayabilirdim. Gözlerini yavaş yavaş aralıyordu ve ben sadece ona hayranlıkla bakmakla yetiniyordum.
Ufacık gözleri yavaşça aralanmaya başladığında, yatağa oturdum. Ayakta duracak gücüm kalmamıştı artık. İlk önce kahvelikleri karşıladı beni. Ardından minik dudaklarındaki ufak tebessüm. Çıkardığı tatlı sesler kulaklarıma doluyor, minik elleriyle yüzüme dokunmaya çalışıyordu.
"Ben geldim babacığım. Ben geldim bir tanem." Burnumu yanağına sürtüp rahatsız olmasın diye hemen geri çekildim. Yüzündeki tebessüm daha da büyüyordu ve bu muhteşem bir manzaraydı.
"Ne işin var senin burada?!" Kulaklarımı tırmalayan o ses ile kahvelerimi bebeğimden çekip Hara'nın suratına çevirdim. Şok olmuş, kızgın bir şekilde bakıyordu hem bana, hem de bebeğime. Bebeğimi daha sıkı sarmalayıp ayağa kalktım.
"Öğrenemeyeceğimi mi sandınız, ha? Hem sen hem de kraliçe! Bana oynadığınız bu iğrenç oyunu daha ne kadar devam ettirmeyi planlıyordunuz?" Gözleri daha da büyürken birkaç adım attı bana doğru. "Ne saçmalıyorsun sen? Ne oyunundan bahsediyorsun. Ver bebeğimi ba-"
"O benim bebeğim! Duydun mu?! Benim o!" Kendimi geri çekip bağırmaya başladım. Daha hangi yüzle benim bebeğim diyebilirdi? "Askerler!" Aniden bağırması ve yalnızca saniyeler içerisinde odaya giren askerler ile istemesemde içimi bir korku sarmıştı.
"Alın şunu atın saraydan. Bebeğime zarar vermeden çabuk!" İki askerde bana doğru adımladığında, onlarla eş zamanli geriye doğru gidiyordum. "Sakın bana dokunayım demeyin! O benim bebeğim! Burada yakalanması gereken bir kişi varsa o da bu kadın!"
Boğazım bağırdığım için acımaya başlıyordu. Askerler asla beni dinlememiş, biri kolumdan tutarken diğeri bebeğimi benden alıp Hara'ya vermişti. "Bırak beni! Hepinizi buna pişman edeceğim! Bırakın! Hah, Taehyung bunları öğrendiğinde neler olacak tahmin edebiliyor musun?! Yaşamak için yalvaracaksın bana!"
Taehyung nerelerdeydi? Neden kimse seslerime gelmiyordu? Askerler beni zorla odadan çıkarmaya çalıştıklarında çıkmamak için ayaklarımı zemine sürtüyordum. Bu kadar kolay pes etmeyecektim. Bir şeyler yapmalıydım.
Kolumu sıkıca kavramış olan askerin bacak arasına gelişi güzel bir tekme savurduğumda inleyip yere düşmüştü. Diğeri bir anlık dalgınlığa düştüğünde onunda suratına yumruğumu geçirmiş ve olabildiğince hızlı bir şekilde Taehyung'un odasına koşmuştum.
Onu bulursam her şeyi anlatacaktım ve her şey eskisinden daha da iyi olacaktı. "Kalkın ayağa! Yakalayın şu fareyi kalkın!" Askerlere bağıran Hara'yı duyabiliyordum. Şimdilik bebeğim onda kalmalıydı. Taehyung'u bulduğum gibi onu geri alacaktım.
Taehyung'un odasına beklemeden girdiğimde hayal kırıklığıyla aynı anda odadan çıktım. Yoktu odada. Çalışma odasında olabileceği aklıma geldiğinde tam koşacaktım ki kolumdan geriye doğru çekilmem ile sendeleyip yere düştüm. "Kaçmak yok artık. Kalk!" Diğeri beni yerden kaldırıp sürüklediğinde, gözüme ilişen beden ile avazım çıktığı kadar bağırdım.
"MARRY! MARRY YARDIM ET! HEY!" Beni duymuştu. Tanrı'm şükürler olsun. Bana yardım edebilecek tek kişi şu an oydu. Şaşkınca bana bakıyordu. Ben ise kolumu tutan askerler ile cebelleşiyordum. Yanımıza doğru gelmeye başladı. "Ne oluyor burada? Ne yapıyorsunuz bırakın onu."
"Olmaz." Yapılı asker kesin bir dilde konuştuğunda tam önünde dikildi Marry. "Bırak dedim asker." Asker Marry'nin sert tavrı karşısında kolumu serbest bırakmıştı. "Marry bana yardım etmelisin. Taehyung'u bulmalıyım. Çok önemli." Omuzlarımdan tutup bir süre bana ve arkamdaki askerlere baktı.