─,36

7.3K 740 350
                                    

Hara kahvaltıda söylediği gibi çarşıya inmişti. Kraliçe arka bahçede çiçekler ile uğraşıyordu. Ben ise odama çekilmiş Adrian'ı bekliyordum. Sarayda vakit geçirebileceğim tek kişi oydu şu an. Taehyung'u özlemeye başlıyordum. Bu yirmi gün nasıl dayanacaktım, hiçbir fikrim yoktu. Büyükbabam sayılı günler çabuk geçer derdi ancak hiçte öyle olacak gibi durmuyordu.

Odanın kapısı birkaç kez çalındıktan sonra açıldı ve içeri Adrian girdi. Elinde meyve dolu bir tabak vardı. Yanıma gelip tabağı kucağıma koydu ve oturdu. "Hadi ye bakalım." Getirdiği çubukları meyvelere daldırıp ağzıma attım teker teker. "Bunu yedikten sonra biraz gezelim mi? Odada çok sıkılıyorum." Sarayda gezebileceğim kısıtlı yerler vardı.

Ve ben günümün neredeyse yarısından fazlasını Taehyung'un odasında geçiriyordum. Adrian sunduğum fikre pek sıcak bakmış gibi durmuyordu. "Bahçede gezeriz tabii."

"Bahçede değil. Ormanda biraz yürüyüş yapalım. Aylardır bahçede dolaşıyorum." Yaptığım siteme karşı sadece yüzüme baktı. Taehyung'tan çekindiğini az çok tahmin edebiliyordum. Bu konuda onu sıkıca uyarmış olmalıydı. Ancak benide düşünmesi gereken yerler vardı. Her gün sarayda durmaktan sıkılmıştım.

Bunu Taehyung'a da bir çok kez söylememe rağmen benim iyiliğin için olduğunu savunup beni yalnızca bahçede gezdiriyordu. Ama şu an buralarda yoktu ve ufak bir kaçamaktan zarar gelmezdi. "Hadi ama Taehyung'un haberi bile olmaz Adrian lütfen." Kolunu sarsarak ona en masum bakışlarımı atmaya başladım.

Derin bir nefes bıraktığında yola geldiğini anlamıştı. "Güneş batmadan sarayda olacağız ama. Tamam mı?" Havanın kararmasına daha çoook vardı. Bu yüzden itiraz etmeden hemen kabul ettim. "Tamam. Teşekkür ederiiiimmm." Tabaktaki muzu ağzıma atıp sırıttım.

Biz saraydan çıkarken Min Hara Jeongguk ile birlikte bahçeye girmişti. Çarşıya gideceğini söylemişti fakat ne onun eli doluydu ne de Jeongguk'un. Jeongguk bizi gördüğünde Min Hara'yı bırakıp yanımıza geldi ve ne yaptığımızı sordu. Adrian ona kısaca cevap verdiğinde tatmin olmuş bir şekilde ayrıldı yanımızdan.

Yüzündeki ifadeye bakılırsa oldukça yorgun düşmüştü Jeongguk. Hara onu yormuştu anlaşılan. Daha fazla bahçenin ortasında dikilmeye bir son verip ormana giden yola yöneldik. Adrian hemen yanımda bana eşlik ediyordu dikkatlice. Her an düşmemden korkuyordu sanırım.

"Marry'nin ne zaman geleceğini biliyorsun değil mi?" Sorusuna karşılık kafa salladım. "Tabi ki biliyorum. Sen bilmiyor musun yoksa?" Bana öyle alayla bakmıştı ki cevabımı anında almıştım. Biliyordu. Bazen saraydaki her şeyden haberdar olduğunu düşünüyordum. Ayaklı dedikodu makinesiydi adeta.

"O değilde, bence dua etmeye başlasan iyi olur." Tam anlamıyla ormana girmiştik. Söylediği cümle ilk başta kafamı karıştırsada neden bahsettiğini anlamayı başarmıştım. Dirseğimi acıtmadan karnını vurdum. "Sus bakayım sen. Son günlerimde bu tatsız şeyleri konuşmak istemiyorum." Beni dinlemedi ama.

"Sence erkek mi olacak yoksa kız mı? Sen hissedersin." Kaşlarımı çatmamla durdu. Hiçbir şey hissetmiyordum ki ben. Hissetmem mi gerekiyordu yoksa? Bu kötü bir şey miydi? "Ben hiçbir şey hissetmiyordum Adrian." Yüzümün düştüğünü farkettiğinde konuyu dağıtmak amacıyla başka bir konuya atladı.

"Saraya yeni biri gelecek. Marry'nin yardımcısı olacakmış." Marry'nin yardımcısı mı olacaktı? "Neden? Kimmiş bu yeni biri?" Saraydan uzaklaşmıştık biraz. Ve ben iyi hissediyordum. "Nedenini bilmiyorum. Ismi Jung Hoseok. Marry'nin küçük kardeşi kendisi."

son of dionysus│vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin