-27-

100 6 2
                                    

Zeynep'ten

Keremlerin evine vardığımızda direkt camın önüne geçtim. Şu an o kocaman camdan denizi görmeye ihtiyacım var. Deniz bana çoğu insanın yapamadığını yapar, beni huzura boğup dertlerimi azaltırdı. Bu yüzden denizsiz bir şehirde yaşama fikri bile beni bunaltmaya yetti bu zamana kadar. Bu zamandan sonra da fikrimin değişeceğini sanmıyorum.

Ne ara denizle ilgili düşüncelere daldığımı farketmemiştim. Ta ki Mert'in sorusunu duyana kadar. "Arkadaşlar portakal suyu mu, kahve mi?" Gözlerimi denizden alıp Mert'e yönelttim. Bir anda gerçek dünyaya dönünce hemen cevap verememiştim.

Herkes kahve deyince Mert'in bakışları benim üzerimde durdu. Kendime gelip cevap verdim. "Ben de kahve alayım."

"Tamamdır, hemen geliyor kahveleriniz." diyerek mutfağa yöneldi Mert.

"Dur aşkım ben de sana yardım edeyim." deyip poşetteki son malzemeyi de masaya bıraktıktan sonra Mert'in peşinden mutfağa gitti Lüba. Ben de onlara gülümseyerek tekrar manzarayı seyretmeye başladım.

"Zeynep, iyi misin?" Bu sefer duyduğum ses Kerem'e aitti. Ne garip. Sabah ona ilan-ı aşk etmek için okula gitmiştim. Şimdiyse bambaşka bir haldeydim. Hayat işte deyip güldüm içimden.

"İyiyim. N'oldu ki?"

"Manzaraya öyle bir bakıyordun ki bir şey oldu zannettim." dedi Kerem. İçimdeki hengame gözlerime yansıyorsa demek...

"Denize bakıyordum. Bir şey olduğundan değil de, ne bileyim huzur veriyor bana işte." deyip gülümsedim. Söylediklerim yalandı. Yani bir şey olmadı demem. Bir şey olmuştu ama bunun için tabii ki de Kerem'i suçlayamazdım ya da bunu ona açıklayamazdım. Bu konuyu sonsuza kadar kapatmak en iyisiydi.

"Bana da. Küçüklüğümden beri çok etkilenmişimdir denizden. Baktığın zaman kocaman bir su birikintisi sanki. Ucu bucağı gözükmüyor. O sonsuzmuş gibi duruşu beni hala çok etkiler. Küçükken gerçekten sonsuz olduğunu düşünüyordum." dedi ve güldü. Gülümsedim. Gülümserken gözlerine takıldı gözlerim. O denize bakıyordu, ben ise onun gözlerine. İkisi de aynı şey sayılır mıydı? Bence sayılırdı.

"Rengi çok güzel." dedim. Hala gözlerine bakıyordum. Kerem birden bana dönünce kendime gelip bakışlarımı tekrardan denize çevirdim. "Yani denizin rengi. Masmavi. Özgürlüğün temsili gibi." dedim durumu toparlamaya çalışarak.

Güldü. Yeniden ona baktım. Ciddileşmişti. Bu sefer o benim gözlerime bakıyordu. "Gerçekten rengi çok güzel." dedi iç çekerek. O an sanki kalbimden bir parça koptu. Neden yapıyordu bunu? Neden hiç olmadık yerde kalbimi hızlandırıyordu? Neden ondan vazgeçmemi bu denli zorlaştırıyordu?

O şekilde birkaç saniye kaldıktan sonra Lübaların odaya girmesiyle bakışlarımı yere çevirdim. O da Lübalara dönmüştü.

"Kahveler geldii!" dedi Lüba elindeki tepsiyle içeriye girerken. Mert de arkasından atıştırmalıkların olduğu tabakları getiriyordu.

"Hadi başlayalım." dedi Kader ve hep birlikte masanın etrafında toplandık. Daha önceden çizdiğim birkaç tane parça vardı. Kahvemden bir yudum aldıktan sonra onları kesmek için falçataya uzandım. Kerem anında elini elimin üstüne koyup beni durdurdu. Ona n'oluyor der gibi bakarak cevabını bekledim.

"Dün konuşmuştuk ya Zeynep? Artık falçata kullanmayacaktın. En azından bir süre." Dünü hatırlamamla gözlerim Kerem'in göğsüne kaydı. Kerem'in göğsüne çarpışım, onun bana falçata kullanma lütfen deyişi ve benim tamam demem. O zaman o ne derse tamam diyecek durumdaydım. Ama şu an bunu yapmamalıyım. Elimi kesersem de keseyim ne olacak? Onun etkisine kapılmamalıyım.

Kader OyunuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin