Deniz
5 Ay Sonra
"Anlat bakalım." dedim elimi rengarenk çiçeklerin üstünde gezdirirken, bir yandan da omzum ve kafamın arasına sıkıştırdığım telefondan Emre'yi dinliyordum.
Bu evin tek güzel tarafı kocaman bir bahçesi olmasaydı. Babaannem bunu takıntı haline getirmiş olacak ki, evin içinde bile bir sürü saksı ve o saksıların içinde yetişen kocaman bitkiler var.
"Mert'e söyledim, özür dilerim..." dediğinde elimi hareket ettirmeyi bırakıp doğruldum. "Sürekli darlıyordu beni Deniz, ağzımdan kaçtı birden." Anında suratım düşerken hiçbir tepki vermedim.
"Kızdın mı bana?" dedi üzgün bir sesle. "Hayır, nasıl olsa öğrenecekti. Senin bir suçun yok." dedim ama sesim çoktan titremeye başlamıştı. "Ne tepki verdi?" dediğimde ise Emre birkaç saniyeliğine duraksadı.
"Yaniii, pek hoş karşılamadı." dedi Emre ama ben yumuşatarak söylediğini anlamıştım.
"O nasıl?" dedim konuyu değiştirmek için.
"Yağız mı?" Adını duymak bile kötü hissetmeme sebep olduğu için babaannemle yaşadığım tartışmalarda bile adını kullanmıyordum. Uzun zaman sonra adını duymak, ona duyduğum hasreti körüklemişti.
Her gün yüzlerce mesaj atan, içip içip beni arayan adamdan bir haftadır ses seda yoktu ve bu beni deli gibi endişelendiriyordu. Başlarda mesajları da aramaları da görmezden geliyordum, sonuçta o böyle istemişti. Ama son bir aydır onu o kadar özledim ki, attığı mesajlara cevap vermesem de okuyor, aradığında ise konuşmuyor sadece onu dinliyordum. Bu onu daha çok özlememe sebep olsa da en azından daha huzurlu hissediyordum.
"Evet."
"Ben hiç konuşmadım onunla ama..." deyip cümlesine devam etmediğinde anında kaşlarımı çattım.
"Ama?" dedim devam etmesi için.
"Son bir haftadır sürekli Serkan'la kavga ediyorlar. Gerçi kavga da denemez, Yağız vuruyor Serkan da vurmasına izin veriyor." Oturduğum çimenlik alandan kalkıp dikkatimi tamamen Emre'ye verdim.
"Neden?"
"Bilmiyorum ama aşırı saçma, Serkan bunun olacağını bile bile inatla onların mahallesine gidiyor. Ben ona diyorum salak mısın niye gidiyorsun diye de, yok abi ağzından çıt çıkmıyor." Lütfen düşündüğüm şey olmasın, lütfen...
"Deniz Bey! Hanımefendi sizi yemeğe çağırıyor." Gelen ince sesle birlikte, bakışlarımı güzel gece manzarasından ayırıp babaannemin işe almış olduğu hizmetliye bir bakış attım.
"Emre ben kapatıyorum, sonra konuşuruz." dedim aceleyle.
"Deniz, geri gelmeyecek misin?" Her konuşmamızın sonunda mutlaka bunu soruyordu.
"Bilmiyorum..." dedim, her zamanki gibi. Telefonu kapatıp müstakil eve doğru ilerlediğim sırada, babaannemin yeni işe almış olduğu koruma da evin önündeki hasır koltuktan kalkıp kapıya doğru ilerledi. Babaannem onların da bizimle birlikte yemesini istiyor, daha doğrusu zorluyordu. Yaşlandığı için kendisini yalnız hissediyormuş.
Hızlı adımlarla eve girip uzun holde yürüyüp , oturma odasına ilerledim.
İçeri girdiğimde çoktan yemeğe başlamışlardı. İlerleyip babaannemin karşısındaki sandalyeye oturduğumda üçünün de bakışları bana döndü.
"Bahçeyi çok seviyorsun sanırım." dedi babaannem samimiyetsiz bir şekilde. Bir yandan da tabağındaki eti kesmeye çalışıyordu.
"Gece manzarası buradan güzel gözüküyor." dedim omuz silkerek. Önümdeki iki çataldan birini sağ elime, çatalı da sol elime alıp ben de babaannem gibi tabağımdaki eti kesmeye başladım. Çalışanlar ise ürkek tavırlarla yemeklerini ses çıkarmadan yemeye başlamışlardı.
"Ama terapine gitmiyorsun." dedi babaannem sesini yumuşak tutmaya çalışarak, bu tavırları aşırı samimiyetsiz gelse de elimden gelen bir şey yoktu ama şimdiden sinirlenmeye başlamıştım. "Bir an önce iyileşmek istiyorsan, tedavini aksatmaman gerek. Değil mi Deniz?"
"Hasta olsaydım sana hak verebilirdim babaanne. Gerçi, hoş öyleyse bile iyileşmek istemiyorum." Neşeli bir tonda söylediğim cümlemle elindekileri bırakıp bakışlarını bana çevirdi. Ben ise onu umursamadan önümdeki eti büyük bir iştahla yemeye başladım.
"Bir erkeğin, bir erkeği arzulaması normal bir durum değil Deniz'ciğim. Senin gibi olan insanlar elbette ki var ama azınlıksınız. Ortada bir azınlık varsa, orada bir şeyler yolunda gitmiyor demektir. Öyle değil mi?" Yumuşak tutmaya çalıştığı sesindeki kini yakaladığımda dudağımın kenarı kıvrıldı. Şimdi üçünün de bakışlarını üstümde hissediyordum.
"İnan bana, hiç azınlık değiliz." dedim oldukça coşkulu bir şekilde. "Ayrıca normal olan bu değil, öyle mi? Ne peki normal olan? Karımla evlenip onun üstüne kuma getirmem mi?" dediğimde neyi kastettiğimi anlamış olacak ki sol gözünün seğirdiğini gördüm. Bunca zamandır koruduğu imajını zedelemek bana o kadar keyif veriyordu ki, şimdi belirgin bir şekilde sırıtmaya başlamıştım.
"En azından benim sevgilim çocuğum olamadığı için üstüme başka birini getirmeyecek, zaten öyle bir derdimiz yok." dedim doğrudan babaannemin yüzüne bakarken. Saçları kırlaşmaya başlamıştı ama yüzüne uyguladığı tonla işlemden dolayı, şu anda bile oldukça genç gözüküyor.
"Peki bu şekilde ne kadar devam eder zannediyorsun ki sen?" İşte şimdi gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı. "Evlenemeyeceksiniz ve çocuğunuz da olmayacak, olamayacak. Sizi arada tutabilecek hiçbir bağ olmamasına rağmen gerçekten ölene kadar beraber yaşayabileceğinizin hayalini falan mı kurdunuz?" dedi ve büyük salonda yankılanan kısık sesli bir kahkaha attı. "Ama şu işe bak sen! Şu anda bile görüşemiyorsunuz." dediğinde sinirlenme sırası bana geçmişti.
"Üzülme babaanne biz elbet görüşürüz, hem de aramız da üçüncü bir kişi olmadan. Sadece ikimiz." Cümlemi bitirdiğim an, "Nankör!" diye bağırdı.
"Bunca zaman üniversite masraflarına kim yardımcı oldu sanıyorsun sen? Gerçekten anan olacak karının kazandığı iki üç kuruşla mı okudun sence?" Biz tartışırken, diğer iki kişinin bakışları babaannem ve ben arasında gidip geliyordu. "Sana bunca zaman yardım ettim ve etmeye de devam ediyorum ama senin yaptığın tek şey, nankörlük! Hadsiz!" dedi yüksek sesle. Çatal ve bıçağı masaya sertçe bırakıp bir hışımla ayağa kalktığımda masadaki herkesin bakışları bana döndü.
"Seni bu halinle kimse kabul eder mi sanıyorsun? Herkes nefret edecek senden!" dedi bu sefer bağırarak. Kapıya doğru ilerlerken, "Sikimde değil!" diye cevap verdim ona. Oturma odasından çıkarken bütün vücudum sinirden titriyordu. Normalde küfür etmezdim ama cidden bıkmıştım artık. Gerekirse bütün insanlar benden nefret etsin, umurumda değil. Bıktım her geçen gün insanlar ne düşünür diye yaşamaktan.
Artık nasıl mutluysam öyle yaşamak istiyorum, başkalarının isteklerine ve düşüncelerine göre değil kendi istek ve arzularıma göre hareket etmek istiyorum. Varsın bütün dünya benden nefret etsin, hayat benim hayatım.
Tam odama gitmek için merdivenlerden yukarı çıkıyordum ki cebimdeki telefonumun titremesiyle duraksayıp elimi cebime attım. Buğulu gözlerim yüzünden ekranı göremediğim için hırsla kolumu kaldırıp yaşarmış gözlerimi sildim.
Gelen mesaja tıkladım. Ekran büyüdüğünde tam bir haftadır görmek istediğim ismi sonunda görmenin verdiği sevinçle bir anda, az önce yaşanan her şey aklımdan uçup gitti ve okuduğum mesajın heyecanıyla kalbim hızla atmaya başladı.
Avcı: Deniz, hemen dışarı gel.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİMİZ (GAY)
Romansa[TAMAMLANDI] Belki bu bazılarına göre yanlıştı, sapkınlıktı, hataydı ama benim emin olduğum tek bir şey vardı: Ben düşmanıma ve aynı zamanda bir erkeğe aşık oldum.