Evin dış kapısından çıkarken babaannemin sorularını cevapsız bıraktım. Zaten ne dediğini anlayamayacak kadar gözüm dönmüştü, öyle ki Yağız'ın mesajına bile cevap vermedim. Onu görebilme ihtimali bile kalbimi hızlandırmaya başlamıştı. Sırf sesini deli gibi özlediğim için günlerce, attığı ses kayıtlarını tekrar tekrar dinlemiştim. Kişiliğini, karakterini, ne tür bir insan olduğunu unutmamak için her mesajını detaylarıyla beraber zihnime kazımıştım. Babaannemle tartıştığımız her günün akşamında sanki hissediyormuş gibi beni aramıştı, ben de dakikalarca dinlemiştim. Ağlasa da, sinirlense de, kızsa da, umurumda olmuyordu. Aksine, hâlâ bana değer veriyor ve özlüyor olmalıydı ki içinde tuttuğu bu duygu selini kusmak için beni seçmişti. En azından ben böyle yorumlamak istemiştim...
Aramalarının tek ortak özelliği, seni seviyorum diye bitirmesiydi. Bu detayı fark ettiğimde oluşan kalp acısını aradan yıllar geçse bile unutabileceğimi düşünmüyorum.
Yabancısı olduğum bu eve gelme sebebim en başından beri belliydi. Uzaklaşırsak, araya zaman girerse, kendimize zaman tanırsak rahat bir nefes alabiliriz diye düşünmüştüm.
Oldukça yanılmışım, her zamanki gibi.
Zira yanımda olmadığı süre boyunca nefes almak benim için zehir haline gelmişti. Ruhum ve bedenim Yağız'ın hasretiyle yanıp tutuşurken elim kolum bağlı oturmak, beş aylık bir işkence çekmeme sebep olmuştu. Ondan kaçmak yerine yanında durmam gerekiyordu, sorunlarla beraber başa çıkmamız gerekiyordu.
Yaptığım salaklıklar yüzüme bir bir çarparken çılgına dönmüş gibi etrafıma bakınıyordum. Onu bulmam gerekiyordu, onu bulmam gerekiyordu ki yaralanmış ruhlarımız iyileşebilsin. Belki birbirimize merhem olamazdık, ama en azından aldığım her darbeye karşı ayakta kalabilirdik. Öyle ki benim artık adım atacak halim bile kalmamıştı. Ona ihtiyacım var, hem de fazlasıyla.
Nefes nefese koşarken, arkamdan gelen ayak seslerini duyabiliyordum. Muhtemelen babaannem korumayı arkamdan göndermişti ama şu an, o bile bana engel olamazdı.
Geniş bahçe kapısını sertçe açıp dışarı fırladığım sırada, yüzüme hücum eden soğuk rüzgarla titredim. Kendimi nasıl kaptırdıysam, üstüme bir hırka geçirmeyi bile akıl edememiştim.
"Deniz Bey!" Arkamdan seslenen sert sesle, tekrardan var gücümle koşmaya başladım.
Sonunda ana yola çıktığımda nefes nefese kalmıştım. Çaresiz bir şekilde kafamı bir sola bir sağa hızlı hızlı çevirirken, her saniye biraz daha umudumu kaybediyordum. Neredeydi bu adam?
Birden, kaldırımın yanına park edilmiş siyah arabanın önündeki silüet olduğum tarafa hızlı hızlı gelmeye başladı. Yaklaşırken şapkasının altından gördüğüm tanıdık simayla gözlerimi kocaman açtım. Yağız buradaydı, gelmişti.
Ama hiç beklemediğim bir hamle yapıp, yumruk yaptığı elini havaya kaldırdı. Şokla elimi yüzüme siper ettim.
Arkamdan gelen ani sesle hızla elimi yüzümden çektim. Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde korumanın yerde kıvrandığını gördüm. Anlaşılan Yağız savunmasız bir anında yakalamıştı onu, aksi takdirde bu hamleyi fark etmemesinin ihtimali yoktu.
Yağız bakışlarını bana çevirdiğinde, uzun zamandır görmediğim kahverengi gözlerle gülümsedim.
"Yağız..." diye fısıldadım, dudaklarımın arasından dökülen her bir harf bile bana yabancı geliyordu artık.
Tam ona sarılmak için bir hamle yapmıştım ki birden sertçe kokumu kavradığında irkildim.
"Gel." dedi Yağız sert bir şekilde. Sesinin bu kadar sinirli çıkması afallamama sebep olurken, o hiç umursamadan az önce yaslandığı siyah arabaya doğru yürümeye başladı.
Adımlarına ayak uydururken üzerindeki şoku üstümden atamıyordum, tabii akabinden gelen hayal kırıklığını da göz ardı edemezdim. Benim gibi özlem dolu değil de, daha çok sinirli gibiydi. Nesi vardı bu herifin?
Arabanın kapısını açıp beni şoför koltuğunun yanındaki koltuğa oturturken, kendisi de şoför koltuğuna geçti. Gözümü bir saniye bile yüzünden ayırmıyor, ne hissettiğini anlamaya çalışıyordum ama bakışları ifadesizdi.
Şapkasını çıkarıp arka koltuğa fırlattığında uzun ve her zaman karışık olan saçlarını kestirdiğini gördüm. Bu haliyle bile oldukça yakışıklıydı ama cidden bambaşka biri gibi gözüküyordu. Normalde olsa bu haliyle dalga geçer, iki saat gülebilirdim ama şu an iliklerime kadar sinir doluyum.
"Yağız konuşacak mısın artık? Nereye gidiyoruz?" dedim sinirle. Çoktan arabayı çalıştırmış, bütün dikkatini yola vermişti. Beyazlaşmış el boğumlarından direksiyonu sıktığını anlamıştım.
"Seni kaçırıyorum," dedi ciddi bir şekilde. Bir on saat de kurduğu bu absürt cümleye gülebilirdim ama şu an, ondan bir açıklama beklediğim için cümlesine odaklanamadım bile. "ama ondan önce bana hesap vermen gerek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİMİZ (GAY)
Romance[TAMAMLANDI] Belki bu bazılarına göre yanlıştı, sapkınlıktı, hataydı ama benim emin olduğum tek bir şey vardı: Ben düşmanıma ve aynı zamanda bir erkeğe aşık oldum.