Yeni yatak odamdaki üst üste yığılmış kutulara baktım. Buraya taşındığımızdan beri işler pek de beklediğim gibi gitmiyordu. Eve internet bağlatmamıştık ve kitap tanıtım bloguma bile girmemiştim. Neredeyse elimden ayağımdan olmuşum gibi tüm gün kanepe üzerinde pineklemekten fazlasını yapmıyordum. Toplanması gereken onca eşya ve yerleştirilmesi gereken kolilerce kıyafetim vardı. Buna rağmen kendimi bir türlü kaldıramıyordum. Yeni bir eve taşınmanın en kötü yanı olmasa bile en yorucu kısmı her şeyi en baştan düzenlemek olabilirdi.
Buraya geleli iki gün olmuştu, her baktığım yerde ayrı bir dağınıklık ve üst üste yığdığım kitaplarımı görmekten nefret ediyordum. Hatta burada olmaktan da nefret ediyordum. Neyse ki tanrının unuttuğu bu kasabaya ve korku filmlerinden fırlamışa benzeyen eve taşındığımızdan beri her gıcırtıda yerimden zıplamayı nihayet bırakmıştım. Buranın tüzel bir kişiliği falan da yoktu, yani gerçek bir kasaba bile değildi. En yakın yer Kore'nin büyük ihtimalle hiç bilmediğim bir semti olmalıydı. Evimize postanın dahi gelmediği bir yerdi. Postalarımızı almak için şehre gitmek zorundaydık.
Böyle bir ilkelliği başka nerede bulabilirdiniz ki?
Tüm bu gerçekler bir an için yumruk yemişim gibi hissettirdi. Seul artık geçmişte kalmış, annemin hayatta yeni bir sayfa açma hevesine kurban gitmişti. Aslında istediğim; asıl ülkemiz, oranın havası, eski okulum ya da evimiz bile değildi. Duvara yaslanıp alnımı ovuştururken tam olarak bunu düşünüyordum.
Yalnızca artık düzenli bir hayat istiyordum.
Seul demek babam demekti. Orası onun annemle tanıştığı, her anın mükemmel olduğu yerdi... Ta ki her şey yerle bir oluncaya dek. Gözlerim yanıyordu, bundan önceki üç senede olduğu gibi göz yaşlarıma karşı direniyordum. Ağlamak geçmişi değiştirmiyordu ve babam aradan geçen üç yıla rağmen hala pisliğin önde gideniydi. Hayatı sadece içkiden ibaret olan adamın tekiydi. Bize verdiği zararın bir ölçütü yoktu ve geri döndürülemeyecek şekilde hayatımızı yerle bir etmişti. Aynı zamanda annemi de özlüyordum. Babam değişmeden önce ki kanepeye uzanıp beş para etmez aşk romanları okuyan annemi... O kadın yüzyıllar öncesinde kalmış gibi geliyordu. Ancak kilometrelerce ötede kaldığı kesindi. Annem bu olayın sonrasında kendini çalışmaya adamıştı. Öncesinde evde olmayı istiyor gibiydi ama ardından her şeyden uzaklaşmayı istediğini anlamıştım. En sonunda ise kendimizi bu ismini dahi bilmediğim kasabada bulmuştuk.
Tanıdık bir şeyin kokusu odama dolunca o takıntılı ruh halimi bir kenara bırakmaya, kolileri yine boş vermeye karar verdim. Annem yemek yapıyordu, bu hiç de beklendik bir durum değildi çünkü annem yemek konusunda berbattı. Kendimi aşağı kata inerken bulduğumda ise tek düşündüğüm anneme nereden estikleriydi. O mutfağa zorunda kalmadıkça adım atmazdı. Hatta hayatımızın bir dönemini siparişlerle devam ettirmek zorunda kalmıştık. Yani ben mutfağa girme kararı almadan öncesinde böyle yapıyorduk. Neyse ki annemle yemek yeme alışkanlıklarımız benziyordu da önüne koyduğum o tuhaf şeyleri yiyebiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21