Tatilden önce, derslerin son gününde trigonometri dersine geç kalmıştım. Sınıfa girip de yerime yerleşene kadar acı ve ağrılar yüzünden dişimi sıkıp duruyordum. Çünkü dün gece büyük ihtimalle kıçımı kırmıştım. Oturmak aşırı derecede acı veriyordu. Jungwoo da rahat bir pozisyon almak için mücadele etmeme karşılık tek kaşını havaya kaldırmış beni izliyordu.
"İyi misin?" Ancak soru onun yerine arka sıramdaki karşı komşumdan geldiği zaman nefesimi yavaş yavaş vererek başımı sallamıştım. Dikkatlice yan dönerek ona baktığımda beni dürtmemesine karşılık şaşkındım.
"Ters yatmışım da." Bakışları keskindi. Benim her bir ifademi dikkatle yakalamaya hazır gibi yüzümü izliyordu. "Yerde falan mı uyudun?" Ona yalan söylemek de ondan bir şey saklamak da beni deli gibi rahatsız hissettiriyordu ancak olası bir krizin okulda yaşanmasını istemiyordum. O yüzden kuru bir şekilde gülerken şimdilik bana inanmasını umut ediyordum. "Öyle gibi." Taeyong, sırama dönmemi engelleyip tüy kadar hafif bir şekilde kolumu kavradığında bu konuyu uzatmaması için ona yalvarabilirdim bile çünkü daha henüz kendime gelmiş gibi hissetmiyordum. "Ten..."
"Efendim?" İçime yavaşca bir huzursuzluk yayılırken bana böyle bakmasından nefret ediyordum. Benliğimin en derinliklerine kadar çırılçıplakmışım ve benim ondan gizli saklı hiçbir şeyim olamazmış gibi hissettiriyordu. "Boş ver." Arkasına yaslanıp, kollarını kavuştururken gözleri kısılmıştı. Bu tartışmayı okulda yapmayacağımızı da bana böylece anlatmıştı. "Bu gece için hala uygun musun?" Belime ve omurgama saplanan ağrıyı görmezden gelerek başımı salladığımda eve giderken beş kutu enerji içeceği almam gerektiğini biliyordum. Dün gece eve döndüğüm gibi annemin gizli çikolata zulasını sömürmüştüm ama enerjimi doldurma konusunda hiçbir faydası olmamıştı. Bu yüzden oturup kutu kutu enerji içeceği içmem gerekiyordu.
Geriye yaslanmanın verdiği ıstırapla beraber ilgimi tahtada tutmaya çalıştığımda beterin de beteri vardı ve bunun bilinci belki de aşırı tepki vermeden yerimde oturmama sebep oluyordu. Şu anda hayatta olmayabilir, herkesin beni de aradığı iğrenç bir vakayı doğurabilirdim. Muhtemelen herkes beraberimde Taeyong'u da arardı ve biz kasabanın ikinci Mark'la Haechan vakası olurduk. Bunu düşünmek bile tüylerimi ürpertiyordu ve beni sonu gelmez bir kedere boğuyordu. Her şeyin yanında ders boyunca sıramda oturmak da sonsuz bir işkenceydi. Vücudumun her yeri, soğuk ve sert zemine düşmekten acıyordu. Benim içimi rahatlatan tek şey ise Hendery'nin biyoloji dersinde olmamasıydı ve bununla ilgili ne hissetmem gerektiğini pek bilmiyordum. Dün gece gözümü kırpmamış, olanları defalarca aklımdan geçirmiştim. Kaynağı kullanmamın ya da Arum'u öldürmenin etkileyici yanını ancak biraz daha sakinleştiğim zaman anlayabilmiştim fakat beni bu kadar çok korkutmasının ve dehşet bir tehlikenin içine atmış olmasının öfkesini üzerimde hala taşıyordum. Öyle ki biyoloji dersine gelmiş olsaydı ona gerçekten de bir tane patlatırdım.
Dersinin çıkışında Taeil'in bana seslenmesiyle sınıfın boşalmasını bekleyerek yanına gittiğimde Taeyong'la onun evine gittiğimizden beri bana karşı biraz daha ılımlı olduğunu düşündürecek şekilde davranıyordu ve bu beni ciddi anlamda rahatlatıyordu. Bir de bal rengi gözleri ve açık kahverengi saçlarıyla benden çok daha dinç ve enerjik görünüyordu. "Nasılsın Ten?" Sahiden de şaşırtıcıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21