Ten
B binası mı? Birisinin bu binaya yeraltından bağlı bir başka binadan söz ettiğini hayal meyal hatırlar gibiydim ama orada neyin ya da kimin olduğunu bilmiyordum. Yine de bunun cevabını bulmaya yakın ve hazır olduğumu hissedebiliyordum. Sorun her neyse ciddi olmalıydı çünkü Çavuş tek kelime etmeden fırlayıp gitmişti. Yeji de hemen peşindeydi.
"Onları odalarına götürün." Doktor çıkmaya hazırlanır gibi üstündeki fazlalıkları bırakırken diğer askerle beraber hızlı adımlarla yanımızdan yok olmuştu. Yine bir şeyler bizim takip edebileceğimizden hızlı ilerliyordu fakat artık bunu sürekli görmenin verdiği bir alışmışlık hissi panikten çok merak yaratıyordu. "Neler oluyor?" Jeno'ya dönüp sorarken bana aptallık ettiğimi bağıran bakışlarını umursamamıştım. "Ne var o B binasında?" Kapıda bekleyen asker öne doğru adımlayıp bizi odaya götürme işini erkene çekmek istiyor gibi sabırsızca bir ses çıkardığında havanın kısa bir an için gerilimle dolduğunu hissedebiliyordum.
"Çok soru soruyorsun. Ne zaman çeneni kapalı tutacağını öğrenmen lazım." Evet.. belki de öğrenmem lazımdı ancak bu yine de beni şaşırtmaktan alı koyamıyordu çünkü Taeyong'a gereken tek şey buydu ve o asker savaş düğmesine ağzını açtığı gibi basmıştı. Yan tarafımdan fırlayıp, nöbetçiyi boynundan yakaladığı gibi duvara yapıştırdığında gözlerim yuvasından fırlamak üzereydi. Burada olmazdı. Sinirlere hakim olmak zor bile olsa, burada onun canını yakacak herhangi bir önlem almalarını istemediğim için sorun çıkaramazdık. "Senin de misafirlerle kibar konuşmayı öğrenmen gerekiyor."
"Taeyong!" Kendimi onikse hazırlamaya çalışarak ona doğru ilerlerken koluna sıkıca yapışmıştım. Tekrardan cayır cayır yanmayı ve sonra da buz gibi suyla ıslanarak üşümeyi istemiyordum. Taeyong'un da bunların hiçbirisini yaşamasını istemiyordum.
Parmaklarını güç bela soluyan askerin boynundan teker teker ayırırken onun da bunun gayet farkında olduğunu biliyordum çünkü SD, Daidalos ve uzaylıları ilgilendiren herhangi bir federasyon böyleydi. Bizi birlikte buldukları her an birbirimize karşı kullanılmakla tehdit edilecektik. Ve ikimizin de tek istediği korumaydı.
Asker duvarın dibine yıkılıp kaldığında Jeno'nun kılını bile kıpırdatmamasına ya da oniksle yıkanmamamıza şaşırmıştım ancak şansın bizden yana olmasına da seviniyordum. Tabii askerin bundan şikayetçi olduğunu da Jeno'yu suçlarcasına kaldırdığı parmağından anlayabiliyordum. "Bunu yapmasına izin mi vereceksin?!" Genç askerin belli belirsiz yükselerek silktiği omzu içimde küçük bir sempati tomurcuğu canlandırmıştı ama Daidalos'a bağlı kimseye sempati beslememem gerektiğini biliyordum.
"Hakkı vardı. Biraz kibarlık öğrenmen lazım." Gülmemek için kendimi zor tutmuştum zira Taeyong hala yerdeki askere büyük sorunları varmış gibi bakıyordu. Bunun yanı sıra kibarlıktan bahseden kişinin kelimeleri kullanmak yerine insanları omuzlarına koyduğu tek eliyle kontrol eden bir insan olması kulağa biraz hastalıklı bir tipmiş gibi geldiği için gülemiyordum. Sakin olması adına elimi yavaşça Taeyong'un eline götürürken parmaklarımı sıkıca onunkilere kenetlemiş ve ardından da bakışlarımı ona çevirmiştim. Belki birkaç saniye tepkisiz kaldıysa bile sonrası iyi bildiğim bir senaryo gibiydi. Önce omuzları ve ardından da bütün vücudu gevşemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21