Harabeye dönmüş sınıftan sersemlemiş bir halde çıktığımda koridorun yarısını geçer geçmez merdivenlere açılan kapıdan Taeyong dışarı fırlamıştı. Gözleri beni bulduğunda inanılmaz derecede parlak bir yeşildi ve koca koca dört adımda önüme çıkıp omuzlarıma yapışmıştı. Arkasında Taeil ve şaşkınlıkla olanları izleyen Mark vardı ama Taeyong... müthiş bir öfkeyle dolup taşmış gibi görünüyordu.
"Her yerde seni arıyorduk." Ses tonu ürkütücüydü ve tehdit vadeden türdendi fakat ciddi bir patlama yaşamadan önce Taeil yanımızda bitmişti. "Hendery'nin nereye gittiğini gördün mü?" Bakışlarım ikisinin yüzünde de dolaşırken aklımda onlarca düşünce birbirleriyle çarpışıyorlardı. Onunla birlikte olduğumun farkında değillerdi ve bu olan biteni daha da tuhaf kılıyordu. O sınıfta ne kadar kaldığımızdan emin değildim. Bana saatler gibi gelmişti ama sadece dakikalar sürmüş olduğunu tahmin edebiliyordum ve Hendery düşündüğümün aksine odanın dışındaki herhangi bir şeyi dondurmamış olmalıydı. Eğer dondurmuş olsaydı diğer Luxenler bunu bilirlerdi çünkü onları etkilemezdi.
Taeyong'un tepkisinin çok büyük olacağını tahmin etmeme rağmen başımı zorlukla sallarken yutkunmuştum. "Evet... benimle konuşmak istedi." Ve o büyük tepki patlak vermediyse bile Taeyong'un omuzlarımdaki elleri de karşımda ki bedeni de kaskatı kesilmişti. Bunun çoğunlukla öfkeden olduğunu biliyordum ve sonrasında ne olduğunu da biliyordum. "Ne?" Fakat o yegâne soru Taeil'den gelmişti.
Gergin bir şekilde ona bakmaya çalışırken Taeyong'un gözünden fışkıran öfkeye nazaran Taeil'in ifadesinin daha sakin olması beni biraz rahatlatır diye umuyordum.. "Bizi izliyormuş.. Bence buradan hiç gitmedi." Taeyong ellerini omuzlarımdan indirirken birkaç adım gerileyip parmaklarını ellerinde gezdirmişti. Yüzündeki ifadeden dolayı sanki her an fırlayıp gidecekmiş hissine kapılıyordum. "Canına susamış."
Mark, kardeşine yavaşça yaklaşırken yüzündeki şaşkınlığın kaybolup yerini merakın aldığını görebiliyordum. "Bizi neden izliyordu?" Ve işte şimdi bomba geliyordu. Muhtemelen bu gerçekten de şok etkisi yaratacaktı ancak söylemek zorundaydım. "Dejun. Ona ulaşması için yardım etmemizi istiyor." Taeyong benden tarafa o kadar hızlı dönmüştü ki bir anda onu karşımda bulmak geriye doğru yalpalamama yetmişti. Eğer bir insan olsaydı bir kasını çoktan yırtmış olurdu. "Ne dedin sen?"
Mümkün olduğunca çabuk bir şekilde onlara Hendery'nin söylediklerini anlatmak için elimden gelen her şeyi yapmıştım ama Taeyong'la beni Nam Yeji'ye ihbar etme kısmını atlamak durumunda kalmıştım. Bunu ikimiz yalnızken söylemenin en iyisi olduğunu düşünüyordum ve iyi de düşünmüştüm çünkü Taeyong neredeyse tamamen Luxen formuna girecek kadar sinirliydi.
"Ona güveneceğimizi düşünüyor olamaz." Taeil ihtimalinin bile aptalca ve kulağa imkansız geldiğini vurgularcasına kafasını iki yana sallarken onu onaylamıştım ama Hendery zaten böyle düşünmüyordu. Bizi buna zorunda bırakıyordu. "Güvenip güvenmeyeceğimizi umursadığını sanmıyorum." Sadece tek yapmak istediğim oturup bir kutu şekerli kurabiye yemekti çünkü yorgunluktan ellerim titriyordu. Bu kadar sorunun içinde gerçekten de ihtiyacım olanın şekerli kurabiye olduğu gerçeği de biraz sinir bozucuydu. Çünkü altı çocuk büyütmüş ve muhtemelen tarih kitabı gibi olan 40'ındaki bir Luxen, sinirden okul koridorunun içinden geçmek isteyen bir Luxen ve bir de gözleri altında yatan duyguyu dahi tahmin edemeyeceğim türde alev alev yanan başka bir Luxenle önceliğimin kurabiye olması inanılmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21