Taeyong'la uyuduğum günün ertesi sabahı uyandığımda güneş, vadiyi çevreleyen dağların tepesinde yükselmişti. Bir tuhaflık olduğunu anlamam çok sürmemişti çünkü yatağın bana ait olan tarafında değildim. Hatta ben, yatağın üstünde bile değildim. Vücudumun yarısı, Taeyong'un göğsüne yayılmıştı ve bacaklarımız yorganın altında birbirine geçmişti. Kollarından biri hareket ettiremeyeceğimden neredeyse emin olduğum kadar güçlü bir şekilde belime dolanmıştı ve ayrıca elim karnındaydı. Kalbinin sabit ve güçlü bir şekilde çenemin altında attığını hissedebiliyordum. Doğruyu söylemek gerekirse uyanır uyanmaz hissettiğim ilk şeyin bu olması bana hiç iyi gelmiyordu. Soluğumu tutarak olan şeyin ağırlığını tartmaya çalışırken böyle kalamayacağımı biliyordum. Hayır, kesinlikle kalamazdım. Çünkü böyle yatmanın tuhaf, samimi bir tarafı vardı. Bu samimiyetse ikimizin arasında yoktu. O yüzden kendimi yan tarafa çekmeye çalışarak yatağa sırt üstü yaslandığımda tenime tatlı, sıcak bir ateşin yayıldığını sezerek gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Açıkçası hiç zamanı değildi. O sıcak hissin gelmesi için hiç doğru bir zaman değildi çünkü birkaç saat önce lanet bir düşman uzaylı ırkıyla mücadele etmiştik. Ancak bu yetersizmiş ve uzaylı ırkı önemsizmiş gibi her bir santimim onun varlığına aşırı derecede duyarlıydı.
Hormonlarımın bana ve mideme sağlam bir döner tekme indirdiğini hissedebiliyordum. Bütün uzuvları doğru yerlerini bulmuş gibi bedenimle uyuşacak noktalardaydı ve üzerimdeki baskısını fark etmemek imkansızdı. Kavurucu bir şimşek damarlarımda dolanıyor gibi beni uyardığında bir an için iki farklı tür olmadığımızı -çünkü onu öyle görmüyordum- gerçekten birbirimizden hoşlandığımızı var saymak gibi bir hataya düşmüştüm. Tamam, bunun cinsiyetle ya da yaşla bir ilgisi yoktu. Bu tür bir yakınlaşma her türlü insana bir şeyler hissettirebilir ve sorgulatabilirdi. Bu yüzden aramızda bir şeyler olduğunu varsaymam acayip bir şey değildi. Anın beni içine çektiği bir yanılgıdan farksız ancak içinde olmak isteyeceğim kadar da heyecan dolu bir takım hormonsal semptomlardı. Ya da değildi. Çünkü kımıldayıp beni kasılacağım bir sürecin içine çektiğinde kalbim hiç yorgun değilmiş gibi hızlıca atmaya başlamıştı. Yatağa yapışmıştım ve o rahatını arar gibi hareket halinde olmaktan vaz geçecek gibi durmuyordu. Öyle ki yüzünü, boynumla omzum arasına gömüp bana daha çok sokulduğunda hızlıca bir nefesi daha ciğerlerime hapsetmiştim. Yüce İsa aşkına... Ben nefesimi tutuyordum ancak onun oksijene dahi ihtiyacı yokken düzenli solukları tenimde geziniyor. Üstelik kolu olanca ağırlığıyla karnımın üzerindeydi ve tenim ürperip durmaya başlamıştı.
Bacaklarımın arasındaki bacağının gittikçe yukarı çıktığını fark ettiğimde o nefesi daha fazla tutamamıştım. Anlayamadığım bir dilde mırıldanarak bir şeyler söylediğinde her ne anlatmaya çalışıyorsa kulağa güzel ve yumuşak geliyordu. Yine de buna dikkatimi veremiyordum çünkü bulunduğum durum gerçekten de benim için zorlayıcıydı. Onu uyandırmalıydım. Kesinlikle bunu yapmalıydım ama bazı nedenlerden yapamayacağımı hissediyor gibiydim. Çünkü zor durumdaydım ancak bana dokunmasının heyecanı her şeyden daha güçlüydü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21