Yılın ilk harbi kar fırtınasında uğuldayan rüzgâr dün gece yatışmıştı ve odam tüm o camları tırmalayan rüzgâr seslerinden sonra sessizdi. Tuhaf bir şekilde huzurluydu. Ama buna rağmen beni uyandıran bir şeyler vardı ve bunun ne olduğundan emin değildim.
Yan tarafıma dönüp gözlerimi ağır ağır kırptığımda, çiy kaplı yapraklar gibi capcanlı duran gözler, gözlerime dikilmiş öylece bana bakıyorlardı. Tüyler ürpertici şekilde tanıdık ama sevdiklerime kıyasla donuklardı. Mark, odamdaydı ve sebebinden emin olamasam da beni izliyordu. Örtüyü çıplak göğsüme bastırarak yavaşça doğrulduğumda ve karmakarışık saçlarımı yüzümden çekerken belki de hala uykudaydım diye düşünüyordum çünkü duygusal olarak deli gibi bağlı olduğum oğlanın ikiz kardeşinin neden yatağımın kenarına tünemiş olduğunu gerçekten hiç bilmiyordum. Dahası ne kadar süredir buradaydı ve ne kadar süredir beni izliyordu, ne kadar süredir onun farkında değildim tahmin bile edemiyordum.
"Her şey... her şey yolunda mı?" İğrenç çıkan sesim yüzünden düzgünce konuşmak için uğraştıysam da düzeltemeyeceğimin farkına da sonradan acınası bir şekilde varmıştım. Annemin psikopat erkek arkadaşı Sangmin beni ambardaki kafese kilitlediğinden bu yana, attığım tüm o çığlıkların sesim üstündeki etkisi hala sürüyordu. Bir hafta geçmişti ama sesimle ilgili bir şeyler hızlıca iyiye giden türde değildi.
Mark bakışlarını yere indirip yeşil gözlerini kirpikleriyle örttüğünde solgun teni, çıkık ve keskin hatlı elmacık kemikleri bakışlarımın yeni odağı olmuştu. Saate göz atıp sabahın altısı olduğunu fark ettiğimde de oturuşumu düzeltmek için biraz kıpırdanmıştım. "Nasıl girdin buraya?"
"Ön kapıyı açarak. Annen evde yok." Başka birisi olsa ödüm kopardı ama Mark'dan korkmuyordum. Belki de bu aptalca bir düşünceydi ama Taeyong'la ya da Yuta'yla kardeş olması tuhaf bir güven duygusu aşılıyordu.
"Hastanede, kardan mahsur kaldı." Beni arayıp haber verdiği için gelmeyeceğini zaten biliyordum ancak anladığım kadarıyla Mark da onun evde olmadığını anlayacak kadar etrafı dolaşmıştı. Bakışlarını yeniden kaldırıp bana baktığında, hakkında bilgi edindiğim kişiyle odamda duran kişinin aynı olmadığını anlayabilecek kadar zekiydim. "Uyuyamadım. Uyumadım."
"Hiç mi?" En azından bana bir iki kelime ediyor diye onun bu halini kaçırmamak konusunda kararlı davranacaktım. Çünkü bildiğim kadarıyla Mark pek de konuşkan sayılmazdı.
"Evet. Yuta'yla Taeyong da etkilendiler." Sanki kelimelere dökemediğini anlatmak istercesine bakıyordu. Gözleri bir noktada boş fakat aynı zamanda da anlamlı görünüyordu.
Mark'ın gelişiyle beraber her şey çoktan değişmeye başlamıştı. Luxen hapishanesinden kaçtığı için üçüzler düpedüz iğne üstünde duruyorlardı çünkü günler birbirini kovaladıkça, SD'nin ortaya çıkmasını bekliyorduk. Yuta, Winwin'in ağır yaralanmasını ve erkek kardeşinin yeniden ortaya çıkışını hazmetmeye çalışıyordu. Taeyong ise Mark'ın yanından ayrılmamaya, onlara göz kulak olmaya uğraşıyordu. Fırtına birlikleri daha evimize dalmamıştı ancak hiçbirimizin içi rahat değildi. Çünkü tüm bu olanlar olması gerektiğinden kolay görünüyordu ve zannediyorum ki bu hiç de iyiye işaret değildi. Bazen, bazen sanki bir tuzak kurulmuş da hepimiz düşünmeden koşup tuzağa düşmüşüz gibi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21