38

239 31 7
                                    

Ten

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Ten

Jeno'nun peşinden topallayarak eğitim odasına giderken bacaklarım sızlıyordu. Bugün kiminle dövüşeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Mo'yla mı? Garip saçlı adamla mı? Yoksa kızıl saçları olan kızla mı? Gerçi hiç fark etmezdi. Eninde sonunda hepsi beni eşek sudan gelene kadar döveceklerdi. En azından şundan emindim ki diğer melezlerin beni öldürmelerine izin vermiyorlardı. Onlar için beni inanılmaz değerli kılan bir şeyler olduğunu burada geçirdiğim birkaç günden sonra iyi anlamıştım.

Jeno yavaşlayıp, seke seke ona yetişmeme izin verdiğinde dün hücremden çıktığından beri tek kelime konuşmaması hakkında düşünüyordum. Ona akıl sır erdirebilecek gibi değildim. Olanlara taraftar olmadığını düşünüyordum ancak açık açık da bir şeyler söylemiyordu. Belki de buna sadece iş gözüyle bakıyordu. Hoş, böylesi bir şeyi yalnızca iş olarak görebilmek bile bir başarıydı çünkü içeride insanın içine sindiremeyeceği birçok şey dönüyordu.

En sonunda artık tiksindiğim o kapıların önünde durduğunda derin bir nefes alıp kapı açılınca hemen içeri girmiştim. Asansör demirlerine yapışmak için heves duyan yanım yediğim üçüncü dayaktan sonra kaybolmuştu ve artık kaçınılmaz olanı geciktirmenin bir anlamı olmadığını düşünen yanım ortaya çıkmıştı. Çavuş Jongsu'nun bizi beklediği odada ilerlerken adamın ne denli bir monotonlukla orada durduğunu izlemek dışında bir şey yapmıyordum. Onu ilk gördüğümden bu yana üstünde hep aynı üniforma vardı. Acaba aynı üniformadan kaç taneye sahip diye merak ediyordum ve eğer yalnızca bir üniforması varsa epey sağlam bir kuru temizleme faturası ödediğini düşünüyordum.

İşte, her yanımı mosmor edecek bir dayak yemeden önce aklımdan geçen saçma sapan şeyler bunlardı.

Çavuş beni tepeden tırnağa süzüp halime bakarken neden yüzünde öyle bir ifade taşıdığını biliyordum. Banyodaki buğulu aynada şöyle bir gördüğüm kadarıyla halim perişandı ve bir süredir o aynadan kaçtığımı kendime itiraf etmek epey zor olmuştu. Ancak gerçek tüm duruluğuyla karşıma çıkmıştı. Yüzümün sağ tarafı, yanağım ve gözüm çirkin bir mor rengindeydi. Ne kadar şiş olduğunun bahsini dahi etmek istemiyordum ama yarılan alt dudağım bütün dikkati üstüne çektiği için gözümdeki şişliğin çok da bir etkisi yoktu. Bedenimin geri kalanı ise yara bereden geçilmiyordu.

Çavuş onaylamaz bir şekilde başını iki yana sallayıp önümden çekildiğinde Doktor Taedok'un beni muayene etmesine izin vermişti. Geri kalanı da her stres testinden önce olanlar gibiydi. Doktor tansiyonumu ölçüp, nefesimi dinleyip sonra da gözlerime ışık tutmuş ve bütün fonksiyonlarımdan emin olduktan sonra klasik senaryoyu tekrarlamıştı. "Biraz bitkin. Ama stres testine katılabilir." Stetoskopunu önlüğünün altına tıkıştırırken bir sonraki aşama için beni rahat bırakmıştı.

"Gerçekten katılsa iyi olurdu." Kontrol panelinin başındaki adamlardan biri neredeyse sinir bozukluğu dolu bir şekilde homurdandığında beni izleyen ve denetleyen herkesin onunla hemfikir olduğunu biliyordum. "Orada öylece dikiliyor."

Akis-μός - taetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin