Taeyong
Kapıların kapanmasının, Ten'i benden ayırmalarının üstünden otuz bir saat, kırk iki dakika ve yirmi saniye geçmişti. Onu en son otuz bir saat, kırk iki dakika ve on saniye önce görmüştüm. Ten tam otuz bir saat kırk bir dakikadır Daidalos'un elindeydi.
Ve her geçen saniye, her dakika, her saat beni çıldırtıyordu.
Tek kişilik odayı, daha doğrusu bir Luxen'i kızdıracak her türden şeyle donatılmış hücreyi arşınlarken kapıldığım öfkenin ve yıkımın haddi hesabı yoktu. Böyle olmaması gerekiyordu. Hiçbir şey bu şekilde planlanmamıştı ve her şeyi başarmışken fire vermeden oradan çıkmış olmamız gerekiyordu. Eğer işler çığırından çıkıp da birisi yakalanırsa bu kişi Ten değil ben olmalıydım ama o yakalanmaya biraz bile olsa yaklaşmamalıydı.
Pişmanlık göğsümün ortasından omuzlarıma kadar yayılıp beni ele geçirirken odanın ortasında durup gözlerimi kapatmıştım. Ten'in yüzü gözlerimin önünden bir saniye olsun gitmiyordu ve yanlış olan tarafta kapana kısıldığını anladığı anda kahverengi gözlerinde beliren dehşeti hala görebiliyordum. Her şey o kadar yanlıştı ki, dünyaya geldiğimizden, aptal bir organizasyonun elinde düştüğümüzden, hatta kardeşim bizden alındığından beri bu kadar yıkılmış hissetmemiştim.
Benimle gelmesine izin vermemeliydim. Eğer izin vermemiş olsaydım şu anda benimle olacaktı. Onu götürmediğim için feci bir tartışmaya tutuluyor olacaktık ama Haechan'la ve tek parça döndüğümüz için mutlu olacaktı. Sonra da her şeyi geride bırakacaktık. Ancak sadece iki sözcük bizi mahvetmeye yetmişti. Gelmesine izin vermek, her şeyin bir gecede alt üst olması için yeterliydi.
Yakalanan ben olmalıydım. Bir şeyler yolunda gitmezse diye planımız buydu. Taeil bunu kabul etmişti. O boktan yere girerken kabul etmişti ancak zamanı gelip çattığında beni dinlememişti bile. Kurtardığı kişi Ten değil bendim. Feda edilen ve bir yığın Arum'la, Daidalos'da terk edilen kişi ise Ten'di.
Arumların ona yaptığı şeyleri... aklımdan geçirmeye tahammül edemiyordum.
Kapının arkamızdan kapanmasını takip eden saniyeler hayatımın en kötü anlarıydı. İçlerinden biri, büyük olasılıkla da Taeil.. beni oradan çıkarmak için ölüden farksız olmam gerektiğini iyi bildiği için kafama bir şeyler geçirmişti ve beni, Ten'in peşinden gitmekten alıkoyabilecek tek yere getirmişlerdi. Koloninin derinliklerinde, kendi türüne ya da insanlara karşı tehdit oluşturan Luxen'leri tutmak için kullanılan bir dizi hücre vardı.
Ben bir kez olsun Mark'ı buraya kapatmayı düşünmemiştim, oysa onlar beni buraya tıkmışlardı.
O birikmiş, çaresiz öfke bir yıkım güllesine dönüşüyordu ve insan formumu korumak olanaksızlaşıyordu. Bir şeylere vurmak ve bir şeyleri yok etmek istiyordum. Buna tam anlamıyla ihtiyacım vardı ancak tek yapabildiğim bu hücrenin içinde bir sağa bir sola yürümek ve arada bir durup Ten'le birbirimizi gördüğümüz son anı kafamın içinde onlarca kez oynatmaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21