Ten
Yolu yarıladığımızda üç tane çikolatayı mideye indirmiştim ve feci bir enerji patlaması yaşıyordum. Tayong direksiyondaydı, yaralanmasına rağmen şimdi aynen dediği gibi sapasağlamdı. Luxenlerle uğraşırken kaybettiğimiz zamanı telafi etmiştik ama o arada benim ve Jeno'nun ömründen birkaç yıl eksilmişti çünkü Taeyong arabayı alev topuna dönüştürmek istiyor gibi kullanıyordu. Neyse ki başka Luxen görmemiştik. Bizi tam olarak nerede sezdiklerini, başkalarına yolda olduğumuzu haber verdiler mi ya da kim olduğumuzun farkındalar mıydı, orasını bilmiyorduk ama yine de tedbiri elden bırakmamış, önünde sonunda daha fazlasının geleceğini düşünmüştük.
Son şehre girdiğimizde resmen filmlerden fırlamış bir şey görmüştüm. Otoyolun iki yanındaki ağaçlar ortadan ikiye bölünmüş, parçalanmış ve yanıp kömür olmuştu. Gür bitki örtüsünün arasında bir uçağın enkazı görülebiliyordu. Bir kuyruk, küçük pencereleri patlamış bir orta kısım... Başımı diğer yana çevirmek istediğim türdendi. Tüm bu gereksiz şiddet ve yıkım yüreğimi sızlatıyordu. Bir şeyler gördükçe, Luxen istilasının ardından bizim -ve dünyanın- kaldığı yerden devam edeceğimize olan inancım sarsılıyordu. İnsanlar aralarında uzaylıların olduğunu bile bile yaşamlarına nasıl devam edebilirdi? Bundan böyle bir Luxen'e nasıl güvenebilirlerdi? Bu kaygılara takılıp kalamaz, önümüzdeki delik deşik köprüden geçmeden edemezdim. Hiç kimsenin hayatının neye benzeyeceğini tahmin edemiyordum.
Çok şaşırtıcı olmakla beraber yollar genelde açıktı. Terk edilmiş arabalar banketlere itilmişti ve şehir, ana otoyolun dış kısmından bakıldığında her şeye rağmen fena durmuyordu. Bu belki ordunun buradaki yoğunluğuyla ya da Ulusal Muhafızlarla açıklanabilirdi ama onlar da Luxenleri bir yere kadar oyalayabilirdi.
Büyük havaalanına vardığımızda saat akşamın yedisi olmak üzereydi. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş gibiydi çünkü her yerde in cin top oynuyordu. Hoş, kimsenin uçağa falan bineceği de yoktu zaten ama bir kesimin bunu denemek isteyeceğinden neredeyse emindim.
"İşte orada." Jeno tüm pencereleri filmli, zarif görünümlü bir yabancı arabayı işaret ettiğinde biraz öne eğilerek onu daha net görmeye çalışmıştım. "Bu marka arabayla geleceğini söylemişti. Güzel arabaymış."
"Arabada kalmanı istemek fazla olur, biliyorum ama lütfen yanımdan ayrılma." Taeyong otoparkta ilerlerken o bilindik konuşmanın ortaya çıkması yüzünden ona kızmıyor ya da sitem etmiyordum çünkü artık sadece SD ya da Arumlardan kaçtığımız günlerdekinden çok daha büyük bir tehlikenin içindeydik. Onun beni korumaya çalıştığını hep bilsem bile bu sefer oyunu onun türünün belirlediği kurallara göre oynuyorduk. "Chenle o herife güveniyor olabilir ama ben güvenmiyorum." Diğer bilindik konuşma ise tabii Jeno içindi.
"Koşup boynuna sarılacak değilsin ya." Boş bir ifade takınmıştı. "Umarım öyle bir şey yapmazsın. Yoksa kıskanabilirim." Sırf ortamı yumuşatmak için araya girdiğimde Jeno'nun beni Taeyong konusunda taşlamak için çok hevesli ve hazır olduğunu görmek epey bir göz yaşartıcıydı çünkü an kolluyordu. "O ağaca sarılsa bile kıskanırsın sen."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21