Beklediğim gibi Şükran Günü'nün çoğunu evde yalnız bir şekilde, sağı solu kurcalayarak geçirmiştim. Annem gerçekten de kazığı yemişti. Ona verilen çift vardiya yüzünden perşembe öğlenden cuma öğlene kadar evde olmayacaktı ve ben de yalnız olacağım için Yuta'lara gidebilirdim. Hem Yuta, hem de Taeyong beni davet etmişti ama onların uzaylı Şükran Günü'nü bozmak istemiyordum. Hem belki de bu sayede biraz dengesizliğimin sebebini düşünebilir ve karman çorman olan duygularımla başa çıkmanın bir yolunu bulabilirdim. Ama sadece kendimi kandırıyordum. Ne zaman bir araba kapısının kapandığını duysam penceremden gidip dikizlediğim için gelen giden herkesten haberdardım. Üç sarı kafa beraber gelmişti ve Kun'un akşam yemeğine değil de cenazeye gidiyor gibi bir havası vardı. Bir yanım onun orada olmasından hoşlanmıyordu. Evet, biraz aptalcaydı ama sırf bana kötü davranıyor diye orada onlarla olması bana galiba dokunuyordu. Yine de gitmemek doğru karardı. Ailecek vakit geçirmeleri Taeyong ve Yuta'ya da iyi gelecek olmalıydı bu yüzden kendimi sessizliğin kollarına bırakmıştım.
Bırakmıştım fakat endişeden ortalığı da mahvetmiştim. SD ile olanlar aklımdan çıkmıyordu ve sadece kısa süreli zararsız bir araba yolculuğu dahi psikolojimde kapatılamayacak hasarlar bırakmış gibiydi. Özellikle de o kadını düşündükçe kanım donuyordu. Bu yüzden tüm bir sabah boyunca sehpayı devirmiş, üç bardak kırmış, bir de ampul patlatmıştım. Yani bu halimle bir oda dolusu uzaylıyla aynı ortamda bulunmak hiç de iyi olmazdı. Özellikle Taeyong haricinde kimsenin bir şey bilmediğini varsayarsak oraya gitmem berbat bir fikirdi.
Fakat tüm gece yalnız kalacağımı düşünürken akşam yedi sularında kapımın çalması beni tüm o karamsar ve umutsuz ruh halimin altından çekip çıkarmayı başarmıştı. Evet, bunu başaranın Taeyong olması benim için de beklenmedikti fakat ensemdeki karıncalanma yüzünden kapıya resmen koşarak gittiğimde anlamıştım. Bir şekilde bu gün birilerini görecek olmanın heyecanı değildi. Daha çok onun kapıyı çaldığı düşüncesi karnımda küçük kıpırtıların olmasına sebep oluyordu.
Kapıyı açtığım zaman da bu kıpırtılar hakkını verecek şeylerle karşılaşmıştı. Tabii ilk fark ettiğim büyük bir kutu, sonra da kızarmış hindi ve tatlı patates kokusuydu ancak Taeyong bütün farkındalığımın yegane parçasıydı. "Selam." Elinde bir yığın üstü kapalı tabak varken enerjik bir gülümsemeyle bana bakıyordu ve doğruyu söylemek gerekirse ne yaptığını anlamak beni biraz tuhaf hissettirmişti.. "Şükran Günün kutlu olsun." Bütün o tabakları bana mı getirmişti?
"Senin de."
Sanki düşüncelerimi sezmiş gibi tabakları havaya kaldırıp hafifçe salladığında bakışlarımı üzerinden ayıramıyordum. "Beni içeriye almayacak mısın? Sana yenecek türden hediyeler getirdim." Onu tabi ki de içeri alacaktım. Çok yalnız olduğumdan ve benimle şükran gününü geçirecek bir annem dahi olmadığından değildi. Tamam, o da vardı fakat Taeyong düşünceli davranıyordu ve ben bunu geri çeviremezdim. Zaten çevirmeyi de istemiyordum. Yana çekilip geçmesi için ona yol verdiğimde hala gülümsemesi yüzündeydi ve içeri girerken verandadaki kutu havalanıp evcil hayvanıymış gibi peşine takılmıştı. Antrede durduğunda kapıyı kapatmadan önce Kun ve Yangyang'ın arabalarını bindiklerini görmüştüm. İkisinin bir planı mı vardı yoksa yine bir aile faciası mı yaşanmıştı bilmesem de şu an olan şey yüzünden ona kafa yoramıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanficBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21