Ten
Kafamın o haline rağmen, üstüme başıma temiz bir şeyler giymek gibi normal işler yapabildiğime şaşırmıştım. Bundan sonraki hayatımda normalliğin yanına biraz bile yaklaşamayacağımı, lise koridorlarında aradığım sıradanlığı asla bulamayacağımı düşünüyordum ancak bana verilen gri bir eşofman altı ve beyaz, pamuklu tişörtü giymek neredeyse gündelik şeyler gibi görünüyordu. Ancak kıyafetlerimin hatta iç çamaşırımın bile sanki üstüme göre dikilmiş gibi vücuduma oturması çok rahatsız ediciydi.
Geleceğimi önceden biliyor olduklarını her zerreme kadar hissetmeme sebep oluyordu.
Sanki çamaşırlarımı karıştırıp hangi beden giydiğimi öğrenmişlerdi ve bu midemi bir dönme dolaba onlarca kez binmişim gibi bulandırıyordu. Ancak elimden, dikkatimi bu konudan çekmeye ve başka bir şeye vermeye çalışmaktan başka bir şey gelmiyordu. Çünkü iç çamaşırlarım konusuna takılı kalırsam kesinlikle çıldırır, yüzüme önce oniksi sonra da buzlu suyu yediğimle kalırdım. Yine de bu hücrede insan kendini farklı bir boyuta geçmiş gibi hissediyordu. Doktor hücre yerine oda demeyi seçmişti ve otel odası büyüklüğünde, muhtemelen otuz metrekare kadar bir alandı. Fayans döşeli yerler çıplak ayaklarımın altında buz gibiydi. Duvara dayalı büyük boy bir yatak, hemen yanı başında bir komodin, gardırop, yatağın ayakucuna, duvara monte edilmiş bir televizyon vardı. Tavanda o acı verici, korkunç siyah noktalardan bulunsa da odada su hortumu yoktu ve bunun anlamını biliyordum. Eğer onikse bulanırsam birilerinin beni suyla temizlemesini beklemekten başka çarem yoktu. Onun haricinde odanın içinde, yatağımın karşısında bir kapı daha vardı.
Oraya ağır ağır yaklaşırken her an üstüme bir şeyler düşebilir gibi hissetmekten kendimi alamıyordum ve parmağımın ucuyla kapıyı ittiğimde gelen rahatlama hissi geçiciydi. En azından kendime ait bir banyom vardı ama yanılmıyorsam başka odaya bağlanan bir kapı daha içerideydi ve açmak için uğraştıysam da harika bir biçimde kilitlenmişti. Böylece sinir bozucu bir şekilde tıkılıp kaldığım bu hücrede dönüp dolaşmış ve en sonunda yatağa geri dönmek zorunda kalmıştım.
Buraya yaptığım yolculuk pek hoş değildi. Uyandığım odadan çıkıp doğruca asansöre binmiştik ve asansörün rahatsız edici kapıları da tam hücrenin karşısına açılmıştı. Benimki gibi kaç oda olduğunu görmek için koridora bakmaya bile fırsatım olmamıştı. Eminim daha bir sürü vardı ama şimdilik gece mi, gündüz mü, saat kaç, onu bile bilmiyordum. Ve şimdi, tek yaptığım da sırtımı duvara yaslayıp yatağın üstünde oturmaktı.
Kahverengi battaniyeyi üstüme tekrar alıp bacaklarımı göğsüme kadar çektiğimde yüzüm kapıya bakacak şekilde oturuyordum. Yorulmuştum ve parmağımı kaldıracak halim de yoktu. Gözlerim kapanıyor, oturdukça vücudumun her yanı ayrı ayrı sızlıyordu ama uykuya dalarım diye de ölesiye korkuyordum. Çünkü böyle bir yerde ben uyurken neler olabileceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Birinin odaya girme ihtimali bile beni son derece rahatsız ediyordu ve kapı zaten dışarıdan kilitlenmişti. Yani buradaki mahremiyetim onların insafına kalmıştı ki ben insafsız olduklarından son derece emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akis-μός - taeten
FanfictionBir çift yeşil göz, tuhaf kasaba ve ışık insanları. @aroasiren 26.01.21